Istanbul
28 Mart 2009
Bilmem Kim Bey'in ölümü
1. gün:
Gece Emre bende kaldı. Salondaki koltukta uyudu. İkiye kadar ekonomi çalıştık. Yorgundum. Yine de uyumam zaman aldı. Uykuyla uyanıklık arasında beynimi meşgul eden grafikler - uzaklardan bir kadının haykırışları - bir ara Emre banyoya girdi - Y’ler - C’ler - hıçkıra hıçkıra ağlamalar - sifonu çekti - merdivenden inmeler çıkmalar - bağırışlar.
2. gün:
Sınava az vardı. Bir an önce çıkmalıydık. Asansörü çağırdım. Meşgul. Karşı kapı kalabalık. Öylece dikilen suratsız insanlar. Bekledik. Asansör gelmedi. Yedi kat merdiven indik.
Grafikler kadının haykırışlarına karıştı. ‘Yeter be!’ dedim. Erkenden kağıdı verdim, çıktım.
Öğleden sonra eve döndüm. Çeşit çeşit ayakkabı kapıma kadar yığılmış.
3. gün:
Sabah zil çaldı. Bir kadın, gözleri kızarmış, elinde irmik helvası. Karşı kapı ardına kadar açıktı. Kapanmaması için önüne su bidonu koymuşlar. Evin ağır yağ kokusu merdiveni dolduruyordu. Girenler, çıkanlar. Bilmem Kim Bey ölmüş de. Başınız sağ olsun. Helvayla birlikte kokuyu da içeriye aldım. Komşuların verdiklerini yemek adetim değil. Helva çöpü boyladı. O ağır yağ kokusu kayboldu.
4. gün:
Bir bok yok. Her şey aynı.
5. gün:
Evdeyim. Masanın başında. O kadın duvarın arkasında usul usul ağlıyor. Bu odada boğuluyorum.
6. gün:
Arkadaki küçük odaya taşındım. Anlamsız taziyeler. Acılar azalmıyor. Boşuna kalabalık ediyorlar.
7. gün:
Gözlerimi açtım. Etraf hala karanlıktı. Yorganı ayak ucuma ittim, doğruldum. Ayaklarım yerden kesildi o an. Yukarı doğru, ne olduğunu bilmediğim yukarı doğru bir bilinmedik hafiflik, bir bilinmedik varlık ilerliyordu. İçimdeki her şey o varlığa doğru akıyordu. O mu yükseliyordu, ben mi yükseliyordum, bilmiyorum. Uçtum, uçtum, uçmadım. Sonra yepyeni, hiç bilmediğim bir şey oldu. Tavana doğru bir kuş tüyü halinde boşlukta asılı kaldım. Pencereden sızan ay ışığında yatakta uyuyan bedenimi seyrettim. O ben miydi, ben o muydum, bilmiyorum. Uçmak öyle hoşuma gitmişti ki! Yüzüme bir tebessüm yayıldı. Açık pencereden dışarı süzüldüm. Kendimi kendi halime bıraktım, göğe eriştim. Yüksekten korkuyordum, korkmuyordum. Bir ara alçaldım. Bomboş ıssız yollar - bir sarhoşun naraları - sonra içli içli bir türkü tutturuşu - sokakta uyuyan birkaç evsiz. Alçaldıkça o ağır yağ kokusu yoğunlaştı. Köşeyi dönünceye kadar koku kadının haykırışlarına karıştı. Sokağın sonunda kayboldu ama kadın hıçkıra hıçkıra ağladı durdu. Hıçkırıklar gözümün önünde değildi, arkamda da değildi, iki yanımda da değildi, ama her yerde aynı andaydı. Ağzımı açıyordum, sesim çıkmıyordu. Kurtulmak istiyordum. En kestirme yoldan eve uçtum. Pencereden odaya girdiğimde o kadını gördüm. Yatakta uzanan bedenime kapanmış hüngür hüngür ağlıyordu. O bedeni dürtmek istiyordum, uyansındı artık. Alçaldım, ne kadar da solgundu yüzüm! Yaşıyordum, yaşamıyordum. Yitmiştim sanki. İçimde bir şey koptu, parçalandı ve bir çığlık yükseldi boğazımdan.
8. gün:
Sıçrayarak uyandım. Masayı, masadaki kitapları, saati gördüm, yerdeki çorapları, kapağı açık dolabı. Saati! Saat on olmuş! Apar topar hazırlandım. Kuran okunuyor. Bugün haftası.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)