Danimarkalı filozof Soren Kierkegaard çok etkileyici bir şey yazdı: "Dua etmeye başladığımda, kiliseye gider ve Tanrı'yla konuşurdum." Bu, tüm dünyada Hristiyanların yaptığı bir şeydir. Onlar yüksek sesle, sanki Tanrı ölmüş gibi onunla konuşurlar. Ve sanki Tanrı ahmak bir varlıkmış gibi ona ne yapıp ne yapmaması gerektiği konusunda tavsiyeler verirler. Ya da Tanrı yalnızca ahmak bir hükümdarmış gibi onu ikna etmeye çalışır, içlerindeki arzuları gerçekleştirmesi için ona rüşvet vermeye çalışırlar.
Ama Kierkegaard şöyle dedi: "Konuşmaya başladım, sonra bunun işe yaramadığını fark ettim. Tanrı'yla nasıl konuşabilirsin? İnsan sessiz olmalıdır. Söylenecek ne var ki? Ve Tanrı'nın daha fazla bilmesine yardımcı olabilecek ne söyleyebilirim? O her şeye kadirdir, o her şeyi bilir, öyleyse benim ona anlatmamın ne amacı var?"
Ve Kierkegaard şöyle devam etti: "Onunla uzun yıllar konuştum, sonra bunun aptallık olduğunu fark ettim. Bunun üzerine konuşmayı bıraktım, sessizleştim. Yıllar sonra sessizliğin de işe yaramadığını fark ettim. Sonra üçüncü adımı attım; bu, dinlemekti. Önce konuştum, sonra konuşmadım ve sonra dinledim."
Dinlemek sadece sessiz olmaktan farklıdır, çünkü yalnızca sessiz olmak olumsuz bir şeydir; dinlemek olumlu bir şeydir. Yalnızca sessiz olmak pasiftir, dinlemekse farkındalıklı pasifliktir; bir şey beklemek, hiçbir şey söylememek, ama tüm benliğinle beklemek. Dinlemenin bir yoğunluğu vardır. Ve Kierkegaard şöyle ekledi: "Bu dinleme olduğunda, o zaman ilk kez dua oldu."
Tao, The State and the Art, Osho