15 Ekim 2010

backdrifts (honeymoon is over)


Şarkılar Serisi
ateşi düşüreyim.
beni tartıda hafifleteyim. uçurayım.
her şey şeffaf olsun - izlediğimiz filmler bindiğimiz bu tren -
sonraki durakta ya da sonrakilerin birinde
sen nasılsa inersin. ben kalırım.
ben nasılsa inerim. sen kalırsın.
arkamıza bakmayız.
.
evet. kavanozun ağzını kapatayım. sıkıca.
koku almasın. kekik kokmasın. limon kokmasın. kahve kokmasın.
tesadüf değiliz diyorum. tesadüflere inanıyorsun.
orada ölsün diyorsun. kavanozun içinde.
ruhunu yitirsin. yitsin.
nasılsa sevişmeden önce tutulan şiir anlamsız.
nasılsa ben sordum. sen üşengeçtin. yaramazdın.
bunun bir anlamı yok. anlamıyor musun? bizim yok.
Flensburg

08 Ağustos 2010

Saint-Omar'daki labirente gitmek için yola çıktığımda merkezdeki dokuz beyaz karoya varmak için ancak bir saatim olduğunu biliyordum. yolda sana rastlayacağımı da, sen büyük bir ihtimal Beyaz Mantoluların arasında olacaktın. heybenin üzerinde büyük mavi bir taş olacaktı, ellerin yara bere içinde, biraz korkuyla daha çok meraktan, gülünç olmama kaygısıyla belki en çok, sana benzer bir yığın insanın içinde ilerliyor olacaktın. bana rastladığında beni bu yolların doğal bir tanışı sayacaktın ve ben de seni pek tabii ki biraz gülünç bulacaktım. bir süre aynı yolun üzerinde gittik uykusuz hacılar gibi yanyana. bir ara seni görmek için soluma baktığımda kanayan bir kuzu vardı orada. gözlerim tozdan kırmızı ama yine de güvenli korku ve merhametle ilerliyorken öyle bir uçurumun başında birden ellerimi tuttun. şimşek çakımı kadar bir zaman geçti...
.
...düştüğüm yerden dönüp baktığımda
heybendeki o tuhaf mavi taştan
yansıyan metalik parıltıyla
öyle garip
uçurumdan bana bakıyordun...
Lale Müldür

06 Ağustos 2010

biz kendi dil(ler)imizle dilleşemezken
sen kimsin? ben kimim?

11 Mayıs 2010

portakalı soydum. baş ucuma koydum.

rengi turuncu bir gündü.
eldiveni. kazağı. dili kırmızıydı.
ben eskiden
turuncuyu hiç sevmezdim. neden ki?
.
kalabalıkta vıcık vıcık flying dutchman
elimdekiyle karış karış spot the dutchman
.
koştum. sarıldım.
çığrındım. sarıldım.
sıkıca sımsıkı sıkı sıkı
bağımlıydım. kokladım.
bahane ettim. kokladım.
bir sardım. daha sarmaladım.
.
odada kabuklarını toplarken gözlerin de beni toplarken aklım boşaldı ve sadece benim için stroopwales bıraktın.
Lund

21 Mart 2010

kuzey defterleri

kuzeyde kışlar ağır geçer. erken başlaması ihtimali göz önünde tutulur. ilkbaharda ağaçlar çiçek açmışken kış yeniden başlayabilir. ben yazın gand'a kar yağdığını hatırlıyorum, kara gök biz burada lanetli miyiz? aralarında o kadar çok vakit geçirdim ki. hepsini tanıyorum. herkes birbirini tanıyor. ama herkes kibar, uyumlu. ilişkiler yumuşak. bu şaşırtıcı mı? her alanda sınırlara dayandığımız XX. yüzyılda? knokke'a gittiğimiz o gün? ne vardı sanki orada. "knokke bitmiş" dedi bazıları. kuzey bazen o kadar tek düzedir ki insan hayatın bir başı ve bir sonu olduğunu unutabilir. oost-dunquerkue'de şömine başı sohbetleri. sen orada mıydın? kışın getirdiği pasifik şeyler arasında barış antlaşmaları da vardır. her şeyin minyatürleşmeye başladığı çağımızda buna en güzel örnek flaman politikasıdır. kışın hoş imajlarından birisi de göçmen kuşlar görüntüsüdür. yağmurla çarpışan kuş sürüleri yüzünden tarlaların bembeyaz kesildiği görülmüştür. ah, felemenk ülkelerinin sessizliği...
beyaz geceler, benim atom anahtarım... kuzeyde üç kapı var: biri anvers, diğerleri şarap ve tatil. kuzey gemileri endülüs şaraplarına bahardan önce ulaşır. bağbozumları kuzeyde biraz uçuk geçer. boğaz'ın lodosu gibi. benim kafamda da üç kapı var. üçü de sana açılıyor. akdeniz mavisine değil de beyaza boyuyorum o kapıları senin sessiz odanı düşünerek. senin resimle çarpıştığın o ıssız beyaz geceler. yağmurla çarpışan kuş sürüleri yüzünden aklımın beyaz kesildiği o yer. bitti sandığın anda yeniden başlayan o beyaz büyü. göz kapakların karla örtülü gand'da parkta uyuyor musun? çocuğumuz olursa portakal sandığında uyur demiştin...
lale müldür

07 Mart 2010

ellerim portakal kokuyor. zencefil içimi ısıtıyor.

o zaman tepelerde buzdan sarkıtlar yoktu.
göldeki kuğular donmamıştı.
daha tırnaklarım renk ahenkti.
gökyüzü bungun değilken çantama bir leylek işlenmişti.
beni gustav adolf'un parkına chu chu train getirdi.
tüm gün -güneş batamazdı
ki geceler yoktu- çimlere uzanmış gustav'a bizi anlatmıştım.
.
biz seninle geçişliydik.
ne siyahtık. ne beyazdık.
bulanıktık. bungun değildik.
hem açıklıydık. hem koyuluyduk.
ormanın mantar kokusuyduk.
.
patikadan gözleri bana bakmayan ama bana konuşan mor topuklu kadın geçti.
gustav'ın aklı neredeydi?
beni dinliyor muydu? dinliyordu.
dinlemiyordu. cümlelerimi yarıda bırakıyordu.
konuşunca alakasızdı.
soruları benim sorularımdan farklıydı.
.
...dik. sen bana çadır kurmayı öğretmiştin.
akşam çadırda uyumuştuk.
kuzeydeki kadar üşümemiştim.
burası bir höyüğün yedinci katıydı.
yanından uçmakdere akardı.
tepede bir uçak nereye gidiyor ya da nereden geliyordu?
bir kamyon kadar hor horluydu.
.
gustav derenin kenarına çişini yaparken mavi sarı tırtılların dans ederek akışlarını seyretti.
dokununca elini kesen otları eğip çamura çömeldi.
usulca kulağıma
erkekler aleksandra gibi kahkalı kadınları sever. aleksandra'nın kahkahaları erkekleri aşağıya çeker.
dedi
.
yalnız
.
benim seninle sağacak daha ineklerim varıdı.
sağdıkça süt fışkırasıydı.
beyaz dalgalar halka halka tabana değesiydi.
yine de tabanı çok inceltmesindi.
çamur deliniverirdi.
kaldırırken yırtılmasındı.
.
kalabalık. çok kalabalıktı.
oradaydın. biliyorudum.
orada kaybolmuştun.
şekerleme kadar yumuşaktın.
esneyip gevşemiştin.
elime gelmiyorudun.
sanki hiç değmiyorudun.
sana bir tokat ve sinirimi üzerimden atasıydım.
hırslarına pabucumla basasıydım.
böcek olasılardı da ezesiydim.
boş veresiydim.
susasıydım.
.
olmuyorsa
.
kusasıydım.
midem geri itesiydi.
bir kaç sarsılsaydım. yutkunsaydım.
turuncuca kusasıydım. salyalar akasıydı.
kendimi yerlere zor atasıydım.
birinci itiş. ikinci. üçüncü. bitti mi?
dördüncü.
.
her şeyi bir gazete kağıdıyla örtüp
gustav'ı
kendimi
unutasıydım.
Lund

28 Şubat 2010

hayali yerler-Qaanaaq

Grönland'in en kuzeyindeki yerleşim birimi olan Qaanaaq güneşe merhaba dedi. Qaanaaq halkı en son 25 ekimde gördükleri güneşin geri dönüşünü ellerinde hoş geldin yazılı pankartlarla kutladı. çocuklar ellerinde üç dilde (Danca, İngilizce ve Grönlandca) "hoş geldin" yazılı güneş figürleriyle özledikleri güneşe kavuşmanın heyecanını yaşadı.
yaklaşık bin kişinin yaşadığı Qaanaaq şehrine 25 ekim-17 şubat tarihleri arasında güneş doğmuyor. her sene ekim ayının sonunda güneşe dramatik bir şekilde veda eden Qaanaaqlılar iki buçuk ay karanlığı yaşadıktan sonra şubat ayının ortasında tekrar aydınlığa kavuşuyor. yazın ise dört ayı aşkın süre güneşin hiç batmadığı Qaanaaq'ta Eskimolar uyumak için pencereleri ışık geçirmeyen özel perdelerle kapatmak zorunda kalıyor.

23 Şubat 2010

karanlıktan neden korkuyorum?

gece, sokak ıssız
sokak lambası neden yanmıyor?
yürüyorum
karşıdan bir adam geliyor!
adımlarım
s ı k l aş ı y o r
s ı k laşı y o r
s ı klaşıy o r
s ıklaşıyo r
sıklaşıyor
bedenim ufalıyor
unufak
unufa
unuf
unu
un
u
oluyor
adam geçip gidiyor
aradan zaman geçmiyor
karşıdan bir adam geliyor!
adımlarım
s ı k l aş ı y o r
s ı k laşı y o r
s ı klaşıy o r
s ıklaşıyo r
sıklaşıyor
bedenim ufalıyor
unufak
unufa
unuf
unu
un
u
.
Istanbul
2007