lale müldür
21 Mart 2010
kuzey defterleri
kuzeyde kışlar ağır geçer. erken başlaması ihtimali göz önünde tutulur. ilkbaharda ağaçlar çiçek açmışken kış yeniden başlayabilir. ben yazın gand'a kar yağdığını hatırlıyorum, kara gök biz burada lanetli miyiz? aralarında o kadar çok vakit geçirdim ki. hepsini tanıyorum. herkes birbirini tanıyor. ama herkes kibar, uyumlu. ilişkiler yumuşak. bu şaşırtıcı mı? her alanda sınırlara dayandığımız XX. yüzyılda? knokke'a gittiğimiz o gün? ne vardı sanki orada. "knokke bitmiş" dedi bazıları. kuzey bazen o kadar tek düzedir ki insan hayatın bir başı ve bir sonu olduğunu unutabilir. oost-dunquerkue'de şömine başı sohbetleri. sen orada mıydın? kışın getirdiği pasifik şeyler arasında barış antlaşmaları da vardır. her şeyin minyatürleşmeye başladığı çağımızda buna en güzel örnek flaman politikasıdır. kışın hoş imajlarından birisi de göçmen kuşlar görüntüsüdür. yağmurla çarpışan kuş sürüleri yüzünden tarlaların bembeyaz kesildiği görülmüştür. ah, felemenk ülkelerinin sessizliği... beyaz geceler, benim atom anahtarım... kuzeyde üç kapı var: biri anvers, diğerleri şarap ve tatil. kuzey gemileri endülüs şaraplarına bahardan önce ulaşır. bağbozumları kuzeyde biraz uçuk geçer. boğaz'ın lodosu gibi. benim kafamda da üç kapı var. üçü de sana açılıyor. akdeniz mavisine değil de beyaza boyuyorum o kapıları senin sessiz odanı düşünerek. senin resimle çarpıştığın o ıssız beyaz geceler. yağmurla çarpışan kuş sürüleri yüzünden aklımın beyaz kesildiği o yer. bitti sandığın anda yeniden başlayan o beyaz büyü. göz kapakların karla örtülü gand'da parkta uyuyor musun? çocuğumuz olursa portakal sandığında uyur demiştin...
07 Mart 2010
ellerim portakal kokuyor. zencefil içimi ısıtıyor.
o zaman tepelerde buzdan sarkıtlar yoktu.
göldeki kuğular donmamıştı.
daha tırnaklarım renk ahenkti.
gökyüzü bungun değilken çantama bir leylek işlenmişti.
beni gustav adolf'un parkına chu chu train getirdi.
tüm gün -güneş batamazdı
ki geceler yoktu- çimlere uzanmış gustav'a bizi anlatmıştım.
.
biz seninle geçişliydik.
ne siyahtık. ne beyazdık.
bulanıktık. bungun değildik.
hem açıklıydık. hem koyuluyduk.
ormanın mantar kokusuyduk.
.
patikadan gözleri bana bakmayan ama bana konuşan mor topuklu kadın geçti.
gustav'ın aklı neredeydi?
beni dinliyor muydu? dinliyordu.
dinlemiyordu. cümlelerimi yarıda bırakıyordu.
konuşunca alakasızdı.
soruları benim sorularımdan farklıydı.
.
...dik. sen bana çadır kurmayı öğretmiştin.
akşam çadırda uyumuştuk.
kuzeydeki kadar üşümemiştim.
burası bir höyüğün yedinci katıydı.
yanından uçmakdere akardı.
tepede bir uçak nereye gidiyor ya da nereden geliyordu?
bir kamyon kadar hor horluydu.
.
gustav derenin kenarına çişini yaparken mavi sarı tırtılların dans ederek akışlarını seyretti.
dokununca elini kesen otları eğip çamura çömeldi.
usulca kulağıma
erkekler aleksandra gibi kahkalı kadınları sever. aleksandra'nın kahkahaları erkekleri aşağıya çeker.
dedi
. yalnız . benim seninle sağacak daha ineklerim varıdı.
sağdıkça süt fışkırasıydı.
beyaz dalgalar halka halka tabana değesiydi.
yine de tabanı çok inceltmesindi.
çamur deliniverirdi.
kaldırırken yırtılmasındı.
. kalabalık. çok kalabalıktı. oradaydın. biliyorudum. orada kaybolmuştun. şekerleme kadar yumuşaktın. esneyip gevşemiştin. elime gelmiyorudun. sanki hiç değmiyorudun. sana bir tokat ve sinirimi üzerimden atasıydım. hırslarına pabucumla basasıydım. böcek olasılardı da ezesiydim. boş veresiydim. susasıydım. . olmuyorsa . kusasıydım. midem geri itesiydi. bir kaç sarsılsaydım. yutkunsaydım. turuncuca kusasıydım. salyalar akasıydı. kendimi yerlere zor atasıydım. birinci itiş. ikinci. üçüncü. bitti mi? dördüncü. . her şeyi bir gazete kağıdıyla örtüp gustav'ı kendimi
unutasıydım.
Lund
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)