30 Mart 2009

saçma kadınlar saçma şiirler

ılık
nem
yağmur
güneş nerede?
bulutlar
ufuk çizgisi belirsiz
hırçın bir deniz
somurtkan
ve denize küstürülen insanlar
(odaya teyzem girer
boy aynasında sırtına bakar
neden ki?
bana döner
yazdıklarımı merak eder
çıkar
gider)
ve yüzüme bile bakmayan erkekler
...
Trabzon

28 Mart 2009

Bilmem Kim Bey'in ölümü

1. gün:
Gece Emre bende kaldı. Salondaki koltukta uyudu. İkiye kadar ekonomi çalıştık. Yorgundum. Yine de uyumam zaman aldı. Uykuyla uyanıklık arasında beynimi meşgul eden grafikler - uzaklardan bir kadının haykırışları - bir ara Emre banyoya girdi - Y’ler - C’ler - hıçkıra hıçkıra ağlamalar - sifonu çekti - merdivenden inmeler çıkmalar - bağırışlar.
2. gün:
Sınava az vardı. Bir an önce çıkmalıydık. Asansörü çağırdım. Meşgul. Karşı kapı kalabalık. Öylece dikilen suratsız insanlar. Bekledik. Asansör gelmedi. Yedi kat merdiven indik.
Grafikler kadının haykırışlarına karıştı. ‘Yeter be!’ dedim. Erkenden kağıdı verdim, çıktım.
Öğleden sonra eve döndüm. Çeşit çeşit ayakkabı kapıma kadar yığılmış.
3. gün:
Sabah zil çaldı. Bir kadın, gözleri kızarmış, elinde irmik helvası. Karşı kapı ardına kadar açıktı. Kapanmaması için önüne su bidonu koymuşlar. Evin ağır yağ kokusu merdiveni dolduruyordu. Girenler, çıkanlar. Bilmem Kim Bey ölmüş de. Başınız sağ olsun. Helvayla birlikte kokuyu da içeriye aldım. Komşuların verdiklerini yemek adetim değil. Helva çöpü boyladı. O ağır yağ kokusu kayboldu.
4. gün:
Bir bok yok. Her şey aynı.
5. gün:
Evdeyim. Masanın başında. O kadın duvarın arkasında usul usul ağlıyor. Bu odada boğuluyorum.
6. gün:
Arkadaki küçük odaya taşındım. Anlamsız taziyeler. Acılar azalmıyor. Boşuna kalabalık ediyorlar.
7. gün:
Gözlerimi açtım. Etraf hala karanlıktı. Yorganı ayak ucuma ittim, doğruldum. Ayaklarım yerden kesildi o an. Yukarı doğru, ne olduğunu bilmediğim yukarı doğru bir bilinmedik hafiflik, bir bilinmedik varlık ilerliyordu. İçimdeki her şey o varlığa doğru akıyordu. O mu yükseliyordu, ben mi yükseliyordum, bilmiyorum. Uçtum, uçtum, uçmadım. Sonra yepyeni, hiç bilmediğim bir şey oldu. Tavana doğru bir kuş tüyü halinde boşlukta asılı kaldım. Pencereden sızan ay ışığında yatakta uyuyan bedenimi seyrettim. O ben miydi, ben o muydum, bilmiyorum. Uçmak öyle hoşuma gitmişti ki! Yüzüme bir tebessüm yayıldı. Açık pencereden dışarı süzüldüm. Kendimi kendi halime bıraktım, göğe eriştim. Yüksekten korkuyordum, korkmuyordum. Bir ara alçaldım. Bomboş ıssız yollar - bir sarhoşun naraları - sonra içli içli bir türkü tutturuşu - sokakta uyuyan birkaç evsiz. Alçaldıkça o ağır yağ kokusu yoğunlaştı. Köşeyi dönünceye kadar koku kadının haykırışlarına karıştı. Sokağın sonunda kayboldu ama kadın hıçkıra hıçkıra ağladı durdu. Hıçkırıklar gözümün önünde değildi, arkamda da değildi, iki yanımda da değildi, ama her yerde aynı andaydı. Ağzımı açıyordum, sesim çıkmıyordu. Kurtulmak istiyordum. En kestirme yoldan eve uçtum. Pencereden odaya girdiğimde o kadını gördüm. Yatakta uzanan bedenime kapanmış hüngür hüngür ağlıyordu. O bedeni dürtmek istiyordum, uyansındı artık. Alçaldım, ne kadar da solgundu yüzüm! Yaşıyordum, yaşamıyordum. Yitmiştim sanki. İçimde bir şey koptu, parçalandı ve bir çığlık yükseldi boğazımdan.
8. gün:
Sıçrayarak uyandım. Masayı, masadaki kitapları, saati gördüm, yerdeki çorapları, kapağı açık dolabı. Saati! Saat on olmuş! Apar topar hazırlandım. Kuran okunuyor. Bugün haftası.
Istanbul

24 Mart 2009

...

Yeniköy'de rakı balık
akşam soğuğunda sahil boyunca
sarhoş muyduk?
esmer boynunda fuşya şalım
üşüyor muyduk?
.
sonra seni aradım
şakıdım şakıdım şakıdım
.
mutluluğun ardından gidilir miydi?
hem mutluluk var mıydı ki?
Istanbul

18 Mart 2009

hayrola

Annem yok. Ne evde. Ne sokakta. Ne de. Şehirde değil. Eve giremiyoruz. Ölmüş fare ve küf kokuyor. İçeride beyaz solucanlar var. İnsanı hasta ediyorlar. Daha önce olmuştu ya. Yataktan kalkamıyorsun. Kafan kazan gibi oluyor. İyi ama annem nerede? Eve girmeye korkuyorum. Geceyi orada geçirmek istemiyorum. Bir de Beyza var. Beyza benden küçük. Bir gün dayımlardayız. Bir gün Döndü Teyzemlerde. Bir ara evin kapısını açıp içeriye girmeyi denediğimi...
Rümeysa (nereden çıktıysa?) babasına götürüyor bizi. Babası bakkal. Yüz seksen liralık lolipop, bonibon, eti puf vesaire veriyor bize. Güya hastalığın ilacı evin temiz kalması ve bol bol şekerli yiyecekler yenilmesi. Bir masa hazırlıyor hemen. Tabağımda pembe bir lolipop var ve beyaz bir peynir dilimi. Torbam dolu. Annem ve babam geliyor o sıra. "Gördün mü anne? Temiz olmamız lazımmış. Gitme bir daha."
diyorum.
Istanbul

05 Mart 2009

45. Gün

Kimsenin ölümü, Çinli şair Li Po'nunki kadar güzel olamaz.
Li Po sandaldaydı, yeterince içmişti. Hava açıktı. Günaçığı değil de, ayaçığı bir gece.
Li Po, ayın sudaki görüntüsünü bütünüyle kucaklamak istedi. Bunun için suya sarktı.
Kollarını gepgeniş açarak daha da sarktı.
Cemal Süreya, Günler