"Babamın yeryüzündeki varlığının ne zaman sona erdiğini bilmemek hayatla ölüm arasındaki sınırı kavramamı büsbütün imkansız hale getiriyordu. Fakat bu durum, takvimdeki bir noktayı işaret ederek bir insanın hayatının tam da o gün sona erdiğini söyleyebilmenin bana neden oldum olası - babamın kaybolmasından önceki yıllarda bile - yanlış geldiğini ancak kısmen açıklayabiliyor. Belki de matemdeki insanlar gibi yapmalıyız, dış seslere kulaklarımızı kapamalı ve ısrarla, "Hayır. o ölmedi" demeliyiz. Belki de çok kötü bir haberin inkarından ibaret değil bu sadece; bu aynı zamanda, bir an için bir hakikatin farkına varmak; ölenle birlikte gömülüp gitmeye mahkum geçici bir farkındalık. İnanmamak doğru bir içgüdü, zira ölen kişi nasıl olup da sahiden ölmüş olabilir ki? Bunu düşünüyorum çünkü birinin yokluğu asla edilgen bir yokluk hali gibi gelmiyor bana, aksine kalabalık, lafını sakınmayan, insanın yakasını bırakmayan bir hal bu. Aristoteles'in yazdığı gibi, "Boşluğun var olduğu düşüncesi, mekanın da varlığının kabulünü içerir: Zira boşluğu cisimsiz bir yer olarak tanımlarız." Aristoteles burada zamandan hiç söz etmez, fakat kuşkusuz zaman da bütün bunların, bizim yokluğu yerli yerine koyma çabamızın bir parçasıdır. Belki de bu yüzden, birçok kültürde, yas tutan insanlar oturdukları yerde öne arkaya ya da sağdan sola sallanıp dururlar - sadece hayatın başlangıcını ve annenin kalp atışlarını hatırlamak için değil, zamanın ritmini de tutmak için yaparlar bunu. Sadece zaman ümit edebilir boşluğu doldurmayı. Babamın bedeni yitti gitti, fakat onun mekanı burası ve bu mekanı dolduran ve sadece hafıza olarak adlandırılamayacak bir şey var. Canlı ve şimdiye ait bir şey bu. Nasıl olur da varlığımızın karmaşık yönlerinin, anatomimizin mekaniğinin, biyolojimizin zekasının ve iç dünyamızın uçsuz ucaksız semalarının - düşüncelerin ve soruların ve özlemlerin ve ümitlerin ve açlığın ve arzunun ve herhangi bir anda içimizde barındırdığımız bin bir çelişkinin - takvimdeki tek bir günle işaretleyebileceğimiz bir sonu olabilir? Bu bana her zaman imkansız gelmemiş miydi? Cenazelerdeki müphem havayı, mezarlıklardaki tereddüdü, bir mezar taşının şaşkın halini oldum olası sezmiyor muydum? Belki de anma törenleri ve insanlık tarihi boyunca uygulanagelmiş kutsal veya seküler bütün o ritüeller, başarısız birer jestten başka bir şey değildir. Ölüler bizimle yaşarlar. Bir "katil kim" hikayesi ya da çözülecek bir bulmaca değildir yas, aksine etkin ve hayat dolu bir girişimdir. Zor iştir emek ister. İnsanın belini bükebilir. Ölüme attığımız ilk adımın bir parçası ve - neden böyle olduğunu bilmiyorum, bunu açıklayabilmenin bir yolu yok - üstelik de ümit veren bir parçasıdır. Olağanüstü olan şey şu ki ne olursa olsun, kalp kendi doğallığı içinde hep ışığa yöneliyor. En az dirençle karşılaştığımız yön bu. Hiçbir zaman anlamadım bunu. En azından entelektüel düzeyde anlayamadım. Fakat "O öldü" gibi hüküm bildiren cümlelerin kesinlik taşımadığı yer, her nasılsa, bedenin, her bir anın sonsuzluğuna dair o fiziksel bilginin, zamanın ve mekanın genişleyen tabiatınin içinde saklı. Babam hem ölü hem yaşıyor. Ona uygun bir gramere sahip değilim. O geçmişte, şimdiki zamanda ve gelecekte. İnanıyorum ki son nefesini verirken elini tutmuş, elinin elimde gevşeyişini hissetmiş olsaydım bile, ondan her söz ettiğimde yine de durup doğru zaman kipinin ne olduğunu bulmam gerekecekti. Babalarını toprağa vermiş nice erkeğin de böyle hissettiğini düşünüyorum. Onlardan bir farkım yok. Ben de, hepimiz gibi, birilerinin ardından yaşıyorum."
Dönüş: Babalar, Oğullar ve Aradaki Memleket
Hisham Matar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder