25 Kasım 2008
23 Kasım 2008
senička ve milošek
dıdıdıdı dıdıdıdıdı uzaktan açık pencereden sızıp gelip müzik sessizliğin sesine karışırken elimin gölgesi düşmüş sarı yaprakları deftere bu boş otel odasında gelesin diye bekliyorum bekliyorum dayanamıyorum neredesin telefona sarılıyorum sesin soğuk özlememişsin beni sesin yıpranmış düşünceli eski günleri yine de hatırlatır gibi her an dönermiş gibi dönecekmiş gibi bu oda içinde büyüdüğüm kutu kararıyor kararıyor elimin gölgesi görünmez oluyor yazılanlar siliniyor boşluğa yazmak gibi nerede kaldın hiç geldin mi ki kapıyı açtım mı ki bir kapı var mı ki
Killarney
22 Kasım 2008
...
sadece yaşadım sanki. hep yeniyi. hep başkayı. yazmadım. okumadım. düşünmedim. ne dünü. ne yarını. böyle böyle başkalaştım. başka oldum. dilim başkalaştı. ben ben mi oldum? selim'i ittim bir kenara. turgut'u ittim. olric'ten bir sır gizledim. olric olriclikten çıktı mı şimdi? hayır olmaz diye bağırdım. olamaz. çok yalnız kalırım ama sonra.
Madrid
21 Kasım 2008
oysa seninle yürümek vardı üşümek vardı kar yağarken
aynı günün son dakikaları
ve
ben Edip'in kapağını açtım
yatağıma uzandım
masa lambasının ışığını arkama aldım
Edip çare mi ki?
Dublin
19 Kasım 2008
haki yokluk'a
Üzerindeki deniz mavisi yağmurluğun içinden ince ve yeşil elbiseli bir kadın çıktı ortaya. Avcı mehmet sarısı çizmelere gereksizlik mavisi galoşları geçirip, steril beyaz odadaki kan siyahı deri koltuğa uzanırken, doktorun kaçık turuncu sakallarıyla çingene pembesi ojelerinin ne kadar da yakışacağını düşündü. İğnelerin ilki dilinin altına girer girmez bir karınca belirdi ağzının içinde, derken iki oldu karıncalar, sonra üç, çoğaldılar çoğaldılar; uyuşma yayıldı yayıldı, bütün ağzı örttü. Artık hissetmiyorsa, bu dil kimindi, bu dudak kimindi? Ağzı doktora teslimdi. Vızzz, vııııııı, zzzzz, vız! Dişleri oydukça, geçmiş yemek artıklarının kokusu doktorun ağır parfümüne karıştı. Vızz! Ağzı bir karış açık, gözleri can göbeği perdede gezindi bir süre; canı yandı aniden. Zzzz! Doktorun koluna uzandı, tek solukta şu beş hece çıktı ağzından: ‘Tükürmek isti…’ Solundaki plastik beyaz bardaktan bir yudum su alıp boşalttı; doktorun uzattığı peçete ateş kırmızısı rujuyla lekelendi. Uyuşukluk küçük dili aşıp bademcikleri de sarıyor işte o noktada sona eriyordu. Yutkunuyordu yutkunamıyordu, sanki boğazı şişmiş, artık bademciği de onun değildi. Vızzz, vııııııı, zzzzz, vız! Doktorun tren yeşili gözleri, bir bardağın tabanı kadar kalın camlı gözlüklerinin ardında çok uzaklardaydı. O trene binip gitmek istedi. Yukarıdan biri sifonu çekti, kapı çaldı birkaç kez, dişlere çarpan metaller, uzaklardan arada bir geçen arabalar, karnı guruldadı bir ara. Evdeki konuşan kurabiyelerden kaç saat yiyemeyeceğini düşünüyorken şu iki heceyi söyleyiverdi doktor: ‘Bitti.’ Zaman geçti geçti, karıncalar bir bir kayboldular. Acı sağ alt çenedeki en arka dişin sinirlerinden girdi, yukarı taşındı, etrafa yayıldı; kollarını üst çeneye kaldırdı, ayaklarını diş etlerine uzattı; sıkıntı sarısı bir gömlek giyip bir kuytu buldu kendine, orada oturdu kaldı.
Istanbul
dünya ne garip
herkesin ağzı vardı. su gibi konuşuyorlardı. tanıdık tanımadık bırakmadılar. ¡viva España!
ben napıyordum orada? hep sussam da onlara benziyordum. yine de bir yabancıydım. sonra takside iki çift laf ettim. akşam kendimi iki ispanyolla tortilla yiyip televizyon izlerken buldum. Madrid
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)