Lund
31 Aralık 2009
bugün tanımadığım bir
bugün tanımadığım bir kuzey şehrinin sokaklarında yürüdüm. yalnızdım. kuş kadar hafiftim. balık kadar şeffaftım. sokaklar nereye çıktıysa yürüdüm. ne aradım? ne buldum? kendimi kaybedip kaybedip.
.
tren çüfü
.
bilmem seni mi özledim? yanımda olsaydın her sokak adımımda sana neler anlatırdım? sen nasıl şaşırırdın? gülerdin. kızardın. üzülürdün. umursar mıydın?
.
çüf çüfü
.
kuzeye bakan pencerede hava kararmış ince ince bir yağmur tutturmuş karşıki evin balkonunda dikilmiş kuzey pencereme bakan kuzeyli adamın neler düşünüyor olabileceğini düşündüm. yazan kişinin kara çerçeveli gözlükleri ve ateş kırmızısı dudaklarıyla kuzeyden bakınca nasıl göründüğünü bilmek istedim. kendimden çıkıp ayrılıp.
.
sonbahar kokusu. sesi yanık bir kadının kokusu değil.
.
geçiciliği geçirmek dindirmek için Ikea kilim-battaniye-mum, ikinci el seramik küllük-bakır kutu yerleştirir mi beni olduğum odaya bu sandalyeye?
.
çocukların kargaların dili yok.
.
bugün eylülün kaçıydı? yandaki taburede yığılı kitapların arasında takvim olabilirdi. elimi uzatmaya üşendim. hava bungundu. nem bungunu değil de kara bulutların bungunluğu. sabah kuzeye dönmüştüm. insan nereye dönerdi? dönüş tanışık olunana, alışkanlığa, dinginliğe, yerleşikliğeydi. sabah şaşkınlığa dönmüştüm. gellere. gitlere.
.
bundan bir önceki gece de gece yarısını az geçmiş ben şehrin en kalabalık caddesinde insanlar ellerinde sigara ve bira topuklarım sokağın taşlarına vura vura sarhoş kahkahaları bastırıyor yaban domuzları gibi dikime yürüyorum. kuzeyli bir kadın sesleniyor. birlikte yürüyelim diyor. korkuyorum diyor. beni takip ettiğini düşündüğümü düşünüyor. tecavüz edilebileceğimi kuruyor. köşe başında ayrılıyor. topuklarım sokağın taşlarına vura vura sessizliği pekiştiriyor. kendimi kuruyorum. kuzeyli bir adamın.
.
güneyde neler olup bitiyor?
.
ben kendimi ...'da sigara içen siyah saçlı kadın hayal ettim.
.
öğleden sonra bir şehir parkını gezip göleti görüp gölette ördek yeşilini gün doğarken yazdığım hayal neden olmasın?
25 Aralık 2009
güneyden gelen adama ya da deprem
sen beni ne sanıyordun şimdi uyuduğumu belki kuzeyli adamın birinin kollarında ya da uyumadığımı da ne yaptığımı sen öyle kendine güvenmiş bıyıklarınla otururken ben kendimi miss universe sanıyordum gözlerini alamamıştın tüm gece güzelliğimden orada bütün sarhoşlar sallantıda yığınlar dengesizce dikilirken sen ay ışığını arkana almış kapı gibi dağ gibi dimdiktin gece tren gelmişti sen gitmiştin ben sarsılmıştım sen öyle sarsılmaz durunca sen merak ediyordun ben burada oturmuş gecenin bir vakti sen yastığın altına kafanı çekmişken neler yazıyordum bu benim boşluğumdu bana aitti bendi
Lund
23 Aralık 2009
iki bin altı
I. canın sevişmek istiyor mu? fark eder mi kadınım? II. gitmek için sebep öyle çoktu! ki ben kalmayı seçtim. III. kapıyı çaldım açtı o sen misin dedim o kim dedi bilmiyorum dedim IV. olmakla olmamak arasında çekingen vücutlarımız olmaya korktular. dokunmaya korkmak gibi. V. pişmiş killi toprak şekillensin parmaklarımda şurada kıvrımlarım olsun ötede açıklarım "bir şey" aksın uçlarımdan gözbebeklerim kocaman VI. uçur beni beyaz at iplerin ellerimde sağa git sola git dur uçur beni beyaz at lı prensim yok ama uç uç uç at VII. FİKRET MUALLA tüm çizdikleri Hale mi? yoksa tüm kadınlar Hale mi? VIII. sıkıntı...ıkıntı... ıkıntı...sık-ıntı...ıkın-tı düşün...düşün...düşün... düş-ün...düşü-düşün utantı...utantı...utantı... ut-antı UTAN-tı ... IX. DICHOTOMY suffering from a wrong vs. doing a wrong logos vs. eros appearance vs. reality episteme vs. doxa theoretical thinking vs. mythological thinking immanent vs. trancendental might makes right vs. right makes might world of appearance vs. intelligible world yazar ishali vs. yazar kabızı X. OLUMSUZLAMA bugündü. dün değil. bir yabancı selam verdi. bir tanıdık değil. arkadaşlarla oturuyorduk. kedilerle değil. içerideydik. bahçede değil. yabancı uzaktaydı. yakında değil. kafasını sola döndürdü. sağa değil. gülümsedi. yalan değil. ben bir şey yapmadım. neden bilmiyorum. yabancıyla tanışmak istemediğimden değil. XI. ACIYANIN HAZ DUYMASI Hrant Dink'in katledildiğini görmek ne korkunç! Hrant Dink'in katledildiğini görerek insancıllık duygularına kapılmak ne iyi!
Istanbul 2006
iki bin beş
I.
doktor bey la dedi sol dedi çargah dügah açık kapalı neva dedi kaba dedi tiz dedi ses yok! aşk var mı? aman doktor canım doktor derdime çare doktor II. kaydırağın tepesinde bacaklarını açmış. oturuyor. kendimi sol omuzuna yaslıyorum. dolunay var. ben dolunayı severim. o sevmezmiş. söylüyor. başını çeviriyor. öpüyor. yanaklarıma sakalları batıyor. III. İETT asfalt yağmurla yıkanmış gözlerim beyaz çizgide ilerliyor içeride bir yığın insan birbirini tanımayan bir yığın insan IV. - yola çıkmak öyle güç ki! - yolda olmayı denesen bir de sonra nasılsa yola da çıkarsın - peki gideceğim yer belli değilse? - belli olmasın. olsa neden çıkasın ki yola? göreceğin ne var orada? V. mikrofona bağıra bağıra şarkı söylediğini duydum. olamaz dedim. o benim hayalimdi.
Istanbul 2005
19 Kasım 2009
HERMETİKA
Seni ilk gördüğüm gün, sonbaharın yabanıl
kahverengi geyiği, benim için olduğunu
anlamıştım. Boynuzların, iletken elektrodlar
gibi, tuzumsu bir karla kaplanmıştı.
Ağaçların etrafında yavaşça dolaşan
buğuların ve serpiştiren buzdan iğnelerin
arasında Mor'u tanıdım.
.
Omurganda yanan ışıkla oryantal ikonların
karanlık gölgeleri arasında kırmızı ve
maviyi karıştırıp moru elde ediyordun:
gizin rengini.
.
Beni ilk gördüğün gün senin için
olduğumu anlamış mıydın? Bal peteklerinden
bir yağmur yağıyordu. Defne ormanlarının
arasında Oranj'ı tanıdın. İkimiz de
duruyorduk öyle kolera çarpmış gibi
sersemlemiş, büyülenmiş, buğuların üstünde.
Hiçbir şey değişmedi yine de çünkü "Aşk,
likid korku dolu bir kadehtir."
.
Budist rahiplerin safran giysileri
yanıyordu havada. Birisi yerde
mor giysisiyle yatıyordu. Sana
yalan söylemek istemiyordum. Oranj
olmadığımı, mor olduğumu benim de,
hatta hileli bir "deeper blue"
olduğumu...birbirine zıt iki renk...
anlamıyordun...kadın yogilerin
cinselliğini artırdığı söylenen
mor bir ışıkta beni oranj sanıyordun.
Oranj değilim ben, yasın belirtisiyim,
morum, safranım belki ama oranj
değilim, mutluluk çıkmaz benden.
Benim turunçgillerim yapraklarını ağlar.
Yine de senin için tuhaf şövalyem,
incelikli zulmün için, kalbimin
morluklarını unutup oranj olmayı deneyebilirim.
.
"O, Omega, gözlerimin mor ışığı."
.
Haliç'ten indiler
birdenbire. Cenk etmek
zorunda kalmak.
ben portakal yemek
birdenbire hasta
olduğum için anne-
baba evinde. bu notları
yazmak kabz halinde.
battaniyeyi üstüme
çekmek. "unutmaya yatmak"
birçok şeyi. ilaç torbam.
dış medeniyetler. güzel
hatıralarım var mıydı?
varsa bile ben unuttum.
ben şeyim aslında?
Şeyim...Hayatı boyunca
uyumu aramış uyumsuzun
biriyim. uzun çok uzun
süredir bana kimse değmedi.
zigzaver marka bir tabanca
var aklımda ama onu ben
kullanmayacağım. gerisi
beni hiç ilgilendirmiyor.
Lale Müldür
13 Kasım 2009
ben hala kırmızı mı kokuyorum?
ORA-BUNGLAS
otlara yürüyoruz -çok
gitmeyin! falezden okyanusa düşmeyin!-
gözüm gözünü görmüyor.
koyunlar -sheep ate men-
önümüzdeler. tepedeler.
kırmızı kırmızı parlıyorlar.
sessiz sessiz kaçıyorlar.
.
sis pus
baykuş
.
oraya gir istiyorum.
orada yaşa istiyorum.
oradan büyü istiyorum.
bir düğme ol.
yine de orada kal istiyorum.
KAV
I.
gezinen bir karıncaydın.
ılıktın. esintiydin.
karanlıktın. kapkaranlık değildin.
gözlerin camdı. donmuş bir göldü.
geçmişti. her şeyden geçmişti.
.
(bana) kuzey sokakları kadar uzaktın.
yine de bir daldın. ormandın.
mantar kokunu özlüyordum.
II.
trenden indim.
nasıl soğuktu! bekleyemedim. içimde titreyen neydi?
.
raylara dönüktüm.
birisi koşuyordu. arkadan yaklaşıyordu.
içimde titreyen sıcacık akıverdi. .
sonra peki
ya sonra
Dublin-Lund 2008-2009
30 Ekim 2009
25 Ekim 2009
when they come alive
try to keep them, poet, those erotic visions of yours, however few of them there are that can be stilled put them, half-hidden, in your lines. try to hold them, poet, when they come alive in your mind at night or in the brightness of noon.
K. Kavafis
08 Ekim 2009
ben hala kırmızı mı kokuyorum?
YARI ÖRTÜLÜ
bakışını gördüm patrick
arkama nasıl
kadın gibi
.
hayal ettim
fin mavisi buğulanmış gözlerini
utangaç
kadın gibi
.
hayal ettim
banyodaki perdeden
...deki sonsuza dokunan
hissi
.
ben lappi'de ormana terkedilmiş bir küvetim
içim su değil toprak dolu
ki neden uyuyamıyorum patrick?
.
kaamos'a az vakit var
göller nehirler donmadan
kuzey ışıklarının rengeyiklerinin peşinden
beyaz zambaklar toplayalım patrick
Lund
28 Eylül 2009
her şey İstanbul'da başlamamıştı
seninle bir İstanbul kentinde karşılaşmıştık, İstanbul... sen o zamanlar Konstantinapolis olduğunu henüz unutmuştun. ben seni daha terketmemiştim... terketmek üzereydim... geri dönüşün olmadığını, geriye dönülemeyeceğini henüz bilmiyordum karşıdan karşıya geçiyorduk. ben tam o an karar verdim. yerleşiklik o an yitirildi. gerisi sürekli bir git-gel artık... dönmeye ve kaçmaya çalışarak hep. oysa sana dönemiyordum işte, İstanbul. bütün dönüş biletlerimi saklıyordum, biliyordun ama kabul etmiyordun. dönüş yoktu, tıpkı gidişin olmadığı gibi. . ben hala o uzun kıvrılan yolda bekliyordum. oradan ayrılmamıştım ki... sonra, şimdi yatağımda, kuzey rüzgarı buzdan heykeller yontarken odada,kulaklarımda "the lond and winding road" dönerken yavaşça, seni düşünüyorum...
Lale Müldür
18 Eylül 2009
Mrs. Nikitina kimdi? Moskova'da ne yapacaktı? Kiminle buluşacaktı? Riga'da kaç saat bekledi? Beklerken ne düşündü? Bir sigara yaktı mı?
Dear Mr. Ponomarev, With reference to your application, we would like to apologize for inconveniences Mrs. Nikitina has encountered due to delayed flight on the route Moscow-Riga on July 26th, 2009. We truly regret that provided service caused you doubts and disappointments in overall airBaltic service. High service level is utmost importance to us therefore we can assure you that this information is passed to responsible department for further review in order to improve our services. We also would like to inform you that the flight on the route Moscow-Riga on July 26th, 2009 unfortunately was delayed due to extraordinary circumstances. We can assure you that we did everything possible to speed up departure and ensure timely arrival. We truly regret that Mrs. Nikitina missed her next flight. However we are glad to hear that she was provided with alternative way to reach her final destination. We kindly ask you to send receipts of Mrs. Nikitina's expenses during waiting time for further of reimbursement to airBaltic Costumer Relations, mailing address: "Riga" International airport, Riga, LV-1053, fax: +371 67 207 or email: brb@airbaltic.lv. We once more truly apologize for Mrs. Nikitina's inconvenience and we look forward to further cooperation. Yours Sincerely, Air Baltic Corporation AS Customer Relations Manager
14 Eylül 2009
what else do you need.........?
bir fasulye tanesiydi. sırığa tutundu. tırmandı. ben sırıkların arasında küçük bir kızdım. kırmızı hırkamdı. ayaklarım çamurdu. fasulye susuz ne yapardı? . konuşurdu. sırık gibi üstten konuşurdu. sarıydı. sarısından duygusunu yitiriverdi. kendinden değildi. acımamıştı. yedirmemişti. ben isterdim. parmaklarından aksındı. paçalarından taşsındı. yine de dolduramayasıydım. sustu. . tuttum. fasulyeden bir yaprak kopardım. hırkama yapıştırdım. yaprak kalbimdi. yeşildi. damarlıydı. tüylüydü.
Lund
24 Ağustos 2009
iyiydik lan!
Kellem Benim daha çıkmama yaklaşık bir saat var boş kaldım, aklıma düştün. Lan ne hediye alcam ben sana? Mezuniyeti boş geçtik, tee Allahın bilmem naaptığı İsveçlere gidicen yine mi boş? :) Biliyom sen yaa ne gerek var falan diyecen. De, ne yapalım. Allahım yazdığım kalem o kadar uyduruk ki! Tahmin et ne kalemi? Ikea! Ne demekse bütün bunlar? :) Bu geldi elime o kadar rahatsız ki anlatamam :) Gıcık Ikea! Gıcık İsveç! Kahrol düşman, al sana bomba! Bunun benle ne alakası var? Hııı Cengiiz!! :) Kelle ya, Yine gitcen he mi? Ulen en yakın kırismısta mı görücez birbirimizi bir daha kısmetse? Gidiyon yani he mi? He. Ben de buralarda viranelerin bekçisi baykuş olucam he mi? He. Ama facebooku açtıramayacaksın, açtıramayacaksın! Bağırmayacaktın anton! (Cüneyt arkın filmi repliği:) As papaz efendi fendi fendi... Allahım noluyo? İyicene sapıttığımın resmi sanırım. Zaten kalem de rahatsız... Bilmem naaptığımın ikeası! Elimde derman bırakmadı ibne ikea kalemi :) * Kellemm Senin gideceğin iyicene netleşince benim aklıma bu yazı düştü. Özellikle "iyiydik lan!"lı kısmı. Senin ciddi karar aldığın, üç aylığına köye neye gittiğin yoktu ama, dedirtti işte. Ben asıl dönüşünü merak ediyorum. Dönünce nerelerde olcaz. Nası devam ederken bulucaz birbirimizi. Benim -almost- emin olduğum bişe var, hakketen ama küçük ama büyük kırılmalar yaşamış olacağımız. Ne kırılması deme. Ama iyi ama kötü. İyi olanı yaşarız inşallah. Neye binaen bunu söylediğimi de bilmiyorum. Belki abdal malum durumlarıdır. Bakalım... Daha çıkmama var. Kalemin ucu mahvoldu. Ben hala sana ne alacağımı bilmiyorum. Biri şarkı söylüyor burda: elbet bir gün buluşacağız. Yalancıyı... Valla bak! Ne demekse bütün bunlar? :)) Episode 1537 :) Neyse, Edip'in vardı, İrlandaya giderken mi almıştın yoksa Ece Ayhan mı almıştın. Yok ya, Edip'ti o, bana geçen yıl Mart ayında (2008/Dublin) bi şiirinin bi kısmını atmıştın. İnsan iki kişi olmalı değil mi, en azından iki kişi diyen, ut sesleri kesildi bu iyi ile başlayan. Bak boğazım düğümlendi. Ağlamayacağım! Lund mu! Lund ne lan? Hund! Kund! Ehi ehi:) İsveç ne mi? Fiyorduna kandım da yandım deme de:) Ulan Kelle, bak aklıma Kuzey Defterleri geldi Lale Müldür'ün. Bi pencere de sen edin noluyomuş bakalım... Ben aslında gitmeden sana (Dubline) verdiğim kahverengi derimsi kaplı uyduruk ama can defter vardı ya, ondan almak isterdim ama bulmam imkansız... Bakayım bir gideyim. Allah kerim. Benim hep senin iyi insanlarla karşılaşman duam seninle olacak kelleciğim. Gittiğin yerde iç huzurun, sağlığın, keyfin hiç eksik olmasın. Biz daha çok görüşeceğiz inşallah:) Lav ya! (Tarih fetişi:) 10.07.2009 Kelle İstanbul (* Balık bırakmadı ibne kargaya telmihen)
16 Ağustos 2009
ta_ihsiz şiirler seçkisi
I.
fırfırrrrlı eteğim
rüzgarda uçuyorum.
ne renk?
önemli mi ne renk?
kaval kemiklerimde
avuçluyorum fırlarını.
başım dönüyor.
.
sevgilim objektife bakmasam
gölge olmaktan korkuyorum.
II.
ruhum ne oluyorsun?
kendine gel
doğrul diril
büyü büyü büyü
devrilmez ol
başlarım senin gönül çarkına
beni söyletme!
akıllı ol
III.
ruhumun pusları
dağılıyor yavaştan.
güneş ısıtıyor kollarımı.
zorlanmıyorum.
zorlamıyorum.
kendiliğindenim.
ben benim.
.
balık tutuyorum nehirde.
saçlar
saçmalar
saçmalıklar
ruhumun köpükleri
........çamları ........kayaları ........kuytuları ben benim.
IV. tahsilat makbuzunun arkasına yazıyorum gizlice. V. kestiği saçlarına alışıyor. bugün kendini iyi hissediyor. bir önemi var mı? yeni insanlar tanımak istiyor. evden çıkası yok gece uyuyası sabah kalkası . çıtı pıtı değil. kara kuru bir kadın. . bir miyav çağırıyor uzaklardan. gidesi var bir kedi olası ya da bir kedi alası pişman değil yılmış . zamana mı ihtiyacı var? kimin? küskün kadının mı? zaman umut mu? umut öldü. umut nisan on beşte öldü. ilk ölüşe direndi. öldü dirildi. öldü dirildi. öldü dirildi. son hamlede yıkıldı. kim bu yıkık kadın mı? VI. SEN HER ERKEĞİN ARZULADIĞI GÜZEL BİR KADINSIN yalanı ama'ları varmış beyefendinin. VII. SPIRAL OF SILENCE ne sen ne ben konuştuk. sen ben sustuk. kalabalıktan mı korktuk? biz (biz aslında yoktuk) yeterince bilmiyor muyduk? sürüye mi uyduk? benim kadınlığımdan mı? senin erkekliğinden mi? güvensizdik belki. belki boş vermiştik. . sen ben biliyorduk. yine de hep sustuk. VIII. siyah şemsiyesi ve acelesi vardı adamın. benimse kendime ait bir odam. IX. hoş geldin yiğidim. hoş geldin kıyılarıma. iyi ki doğdun kıyılarıma. X. heyecanlıydım. yerimde durmazdım. rahat vermezdim. merak ederdim. öpülesiydim. bir ara kucaklamak istedin. arkamıza yaslanmıştık. ayaklarımızı uzatmıştık. yan yanaydık. omuz omuzaydık. göz gözeydik. nefes nefeseydik. sonrası kuzey akıntısı soğuk hava dalgası.
Istanbul-Aydın-Trabzon 2006-2008
28 Temmuz 2009
Hidayet'in hayat hikayesi miydi bu?
"Paris'te günlerce, hava gazlı bir apartman aradı, Championnet Caddesinde buldu aradığını; 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine giden bir dostu, onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz giyinmiş, güzelce traş olmuştu ve cebinde parası vardı. Yakılmış müsveddelerin kalıntıları, yanı başında, yerdeydi. Ölümünden az önce bir hikaye taslağı kaleme almıştı, şuydu konu: Annesi, 'Salgı salamaz ol!' diye beddua eder yavru örümceğe. Küçük örümcek ağ yapamayınca ölüme kurban gider. - Hidayet'in hayat hikayesi miydi bu?"
Bozorg Alevi
22 Temmuz 2009
25 Haziran 2009
ayrıntı
konuşuyorum. konuşuyorum. önümde bir boy aynası. aynada arkası. o sıra sen -yeşil çizgili, boyuna değil de enine çizgili- yoldan geçiyor oluyorsun. ağzına bir sigara koyuyorsun. yola en yakın oturandan ateş isteyip, sigarayı yakıyorsun. sola doğru yoluna devam ederken, aynadan çıkıyorsun. ben susmuşum. gözlerim aynada. bir yandan, masadaki adamın sustuğumu, gözlerimin aynada olduğunu, aynada senin olduğunu bilmesini istemiyorum.
İstanbul
kuzey'e gidesi
kar yağacak karanlığı ağartacak . ekmek kırıntıları kalacak geriye ruj lekeli camda bir yudum limonata buruşturulmuş bir peçete çekilmiş sandalyeler geriye
İstanbul
31 Mayıs 2009
meyhanede iki kadın
görüverdiğim taburenin üzerinde kemik beyazı
çiçekleri ojelerimin renginde
düğmeleri taştan bir gömlekti.
.
konuşan adam değildi.
susan bir gömlekti.
bakirliğini yitirmiş.
.
milyonuncu sigarayı yaktım ki
hiç aklıma gelmedi.
bana konuşmayan adam nereden bilecekti?
.
düğmeler böcek oluverdi.
ilkin birincisi düştü yere
peşi sıra ben.
İstanbul
20 Mayıs 2009
09 Mayıs 2009
felemenk ülkelerine bir kanal
senin adına kapalı hava diyorlardı. ben seni
kızılderili yazı sanıyordum. sen kapalıydın,
kuzeyliydin. jesuit'tin. çene sınırına kadar
traş edilmiş sakalların vardı. sende kendini
dünyadan, benden, her şeyden geri çeken bir şey
vardı. ben sende akdenizden birşeyler bulmaya
çalışıyordum. dağınık saçlarını, karmakarışık
sakallarını, disiplinsizliğini akdenizliliğe
yoruyordum. atina'lı değildin sen oysa.
grote market'tin, isparta'ydın.
atina'lı değildin sen.
felemenk yollarıydın, cafe falstaff'dın.
gent'de bir kanaldın. kanalda bir tekneydin
ticaret merkezlerine giden. jacquart tekstil
fabrikalarıydın. ebes&co.'ydun.
gent'de bir kanaldın. bir köprü değildin,
atina'lı değildin sen.
bruges'da donmak üzere olan bir kuğuydun.
kontlar şatosunda bir işkence odasıydın.
bir floransa güneşi, bir frigya sandalı,
atina'lı değildin sen. . ...sonra yüzümüzdeki savaş boyalarını çıkardık ve konuştuk iki uygar insan gibi...bana som kayaları... dar boğazları...kendi iç geçitlerini gösterdi...
Lale Müldür
04 Nisan 2009
dönersem!

Kastilya göğünün altında kehribar sarısı taşlardan yapılmış bir şehir parıldar. Avrupa'nın en eski üçüncü üniversitesine sahip olmaktan gurur duyar; çünkü o dünyanın dört ışığından biridir. Öğrenciler hala ortaçağda başlamış bir geleneği sürdürür; burada sokaklar 'tuna' gruplarının şarkılarıyla şenlenir. İspanya'nın Salamanca'sı, yaşamın tadına varmış herkeste bir geri dönme isteği uyandırır.
Atlas
dönersem!
Maybe someday, I'll go back again to Ireland
If only my dear wife would pass away
She nearly has my heart broke with all her naggin
She's got a mouth as big as Galway Bay
.
See her drinkin 16 pints of Pat's blue ribbon
And then she can walk home without a sway
If the sea were beer instead of salty water
She would live and die in Galway Bay
.
See her drinkin 16 pints at pat joe murphys
When the barman says "I think its time to go"
She doesn't try to speak to him in Gaelic
But a language that the clergy do not know . On her back she has tatooed a map of Ireland And when she takes her bath on Saturday She rubs the sunlight soap around by Claddaugh Just to watch the suds roll down on Galway Bay
The Clancy Brothers/Galway Bay
30 Mart 2009
saçma kadınlar saçma şiirler
ılık nem yağmur güneş nerede? bulutlar ufuk çizgisi belirsiz hırçın bir deniz somurtkan ve denize küstürülen insanlar (odaya teyzem girer boy aynasında sırtına bakar neden ki? bana döner yazdıklarımı merak eder çıkar gider) ve yüzüme bile bakmayan erkekler ...
Trabzon
28 Mart 2009
Bilmem Kim Bey'in ölümü
1. gün:
Gece Emre bende kaldı. Salondaki koltukta uyudu. İkiye kadar ekonomi çalıştık. Yorgundum. Yine de uyumam zaman aldı. Uykuyla uyanıklık arasında beynimi meşgul eden grafikler - uzaklardan bir kadının haykırışları - bir ara Emre banyoya girdi - Y’ler - C’ler - hıçkıra hıçkıra ağlamalar - sifonu çekti - merdivenden inmeler çıkmalar - bağırışlar.
2. gün:
Sınava az vardı. Bir an önce çıkmalıydık. Asansörü çağırdım. Meşgul. Karşı kapı kalabalık. Öylece dikilen suratsız insanlar. Bekledik. Asansör gelmedi. Yedi kat merdiven indik.
Grafikler kadının haykırışlarına karıştı. ‘Yeter be!’ dedim. Erkenden kağıdı verdim, çıktım.
Öğleden sonra eve döndüm. Çeşit çeşit ayakkabı kapıma kadar yığılmış.
3. gün:
Sabah zil çaldı. Bir kadın, gözleri kızarmış, elinde irmik helvası. Karşı kapı ardına kadar açıktı. Kapanmaması için önüne su bidonu koymuşlar. Evin ağır yağ kokusu merdiveni dolduruyordu. Girenler, çıkanlar. Bilmem Kim Bey ölmüş de. Başınız sağ olsun. Helvayla birlikte kokuyu da içeriye aldım. Komşuların verdiklerini yemek adetim değil. Helva çöpü boyladı. O ağır yağ kokusu kayboldu.
4. gün:
Bir bok yok. Her şey aynı.
5. gün:
Evdeyim. Masanın başında. O kadın duvarın arkasında usul usul ağlıyor. Bu odada boğuluyorum.
6. gün:
Arkadaki küçük odaya taşındım. Anlamsız taziyeler. Acılar azalmıyor. Boşuna kalabalık ediyorlar.
7. gün:
Gözlerimi açtım. Etraf hala karanlıktı. Yorganı ayak ucuma ittim, doğruldum. Ayaklarım yerden kesildi o an. Yukarı doğru, ne olduğunu bilmediğim yukarı doğru bir bilinmedik hafiflik, bir bilinmedik varlık ilerliyordu. İçimdeki her şey o varlığa doğru akıyordu. O mu yükseliyordu, ben mi yükseliyordum, bilmiyorum. Uçtum, uçtum, uçmadım. Sonra yepyeni, hiç bilmediğim bir şey oldu. Tavana doğru bir kuş tüyü halinde boşlukta asılı kaldım. Pencereden sızan ay ışığında yatakta uyuyan bedenimi seyrettim. O ben miydi, ben o muydum, bilmiyorum. Uçmak öyle hoşuma gitmişti ki! Yüzüme bir tebessüm yayıldı. Açık pencereden dışarı süzüldüm. Kendimi kendi halime bıraktım, göğe eriştim. Yüksekten korkuyordum, korkmuyordum. Bir ara alçaldım. Bomboş ıssız yollar - bir sarhoşun naraları - sonra içli içli bir türkü tutturuşu - sokakta uyuyan birkaç evsiz. Alçaldıkça o ağır yağ kokusu yoğunlaştı. Köşeyi dönünceye kadar koku kadının haykırışlarına karıştı. Sokağın sonunda kayboldu ama kadın hıçkıra hıçkıra ağladı durdu. Hıçkırıklar gözümün önünde değildi, arkamda da değildi, iki yanımda da değildi, ama her yerde aynı andaydı. Ağzımı açıyordum, sesim çıkmıyordu. Kurtulmak istiyordum. En kestirme yoldan eve uçtum. Pencereden odaya girdiğimde o kadını gördüm. Yatakta uzanan bedenime kapanmış hüngür hüngür ağlıyordu. O bedeni dürtmek istiyordum, uyansındı artık. Alçaldım, ne kadar da solgundu yüzüm! Yaşıyordum, yaşamıyordum. Yitmiştim sanki. İçimde bir şey koptu, parçalandı ve bir çığlık yükseldi boğazımdan.
8. gün:
Sıçrayarak uyandım. Masayı, masadaki kitapları, saati gördüm, yerdeki çorapları, kapağı açık dolabı. Saati! Saat on olmuş! Apar topar hazırlandım. Kuran okunuyor. Bugün haftası.
Istanbul
24 Mart 2009
...
Yeniköy'de rakı balık
akşam soğuğunda sahil boyunca
sarhoş muyduk?
esmer boynunda fuşya şalım
üşüyor muyduk? . sonra seni aradım şakıdım şakıdım şakıdım . mutluluğun ardından gidilir miydi? hem mutluluk var mıydı ki?
Istanbul
18 Mart 2009
hayrola
Annem yok. Ne evde. Ne sokakta. Ne de. Şehirde değil. Eve giremiyoruz. Ölmüş fare ve küf kokuyor. İçeride beyaz solucanlar var. İnsanı hasta ediyorlar. Daha önce olmuştu ya. Yataktan kalkamıyorsun. Kafan kazan gibi oluyor. İyi ama annem nerede? Eve girmeye korkuyorum. Geceyi orada geçirmek istemiyorum. Bir de Beyza var. Beyza benden küçük. Bir gün dayımlardayız. Bir gün Döndü Teyzemlerde. Bir ara evin kapısını açıp içeriye girmeyi denediğimi...
Rümeysa (nereden çıktıysa?) babasına götürüyor bizi. Babası bakkal. Yüz seksen liralık lolipop, bonibon, eti puf vesaire veriyor bize. Güya hastalığın ilacı evin temiz kalması ve bol bol şekerli yiyecekler yenilmesi. Bir masa hazırlıyor hemen. Tabağımda pembe bir lolipop var ve beyaz bir peynir dilimi. Torbam dolu. Annem ve babam geliyor o sıra. "Gördün mü anne? Temiz olmamız lazımmış. Gitme bir daha."
diyorum.
Istanbul
05 Mart 2009
45. Gün
Kimsenin ölümü, Çinli şair Li Po'nunki kadar güzel olamaz. Li Po sandaldaydı, yeterince içmişti. Hava açıktı. Günaçığı değil de, ayaçığı bir gece. Li Po, ayın sudaki görüntüsünü bütünüyle kucaklamak istedi. Bunun için suya sarktı. Kollarını gepgeniş açarak daha da sarktı.
Cemal Süreya, Günler
27 Şubat 2009
babamın vertigosu
Acı acı acı. Sabahın 1’i. Bir hastanenin acil servisinin beş yataklı bir koğuşunda. Karşı yatakta kafası bantlı sol gözü şiş bir genç adam uzanmış belden yukarısı çıplak. Yanında dikilen annesi olmalı. Tekerlekli bir yatak giriyor içeriye. Yandaki boşluğu dolduruyor. Mavi giysili bir kadın hasta bakıcı beyaz perdeyi çekiyor. Tekerlekli yatak ve üzerindeki gömleğiyle orası kanlı adam gizleniyor. Hayır, bir gidip geleyim. Ama sondayı takmak zorundayız. Ama çok sıkıştım. Öyle diklenmenin ne lüzumu var, biz sizin için buradayız. Dostum izin ver gideyim. Doktor bey hasta sondayı taktırmak istemiyor, siz ne diyorsunuz? Mümkünü yok, bakın beyninizde kanama var, gidemezsiniz, bu çok… Tekerlekli bir sandalye giriyor içeriye. Üzerinde kemik yığını bir adam. Gandhi’ye benziyor. Perdenin arkasından: Ayıp olmaz mı ama? Olmaz burası hastane. Kemik yığınını yatağa yatırdılar. Doktor geldi. Bira göbekli mavi gözlü keten beyaz pantolonu var saçları kırlaşmış ama yaşı fazla yok gibi. İstirahat istirahat diyor. Kemik yığınına bu gece ilaç yazmayacakmış. Bilmiyorum neden.
Aydın
08 Şubat 2009
Kuzey Bohemia
02 Şubat 2009
Edip'in arasından Penneys torbasına yazılmış bir not buldum
Dear Sena, We have cleaned all the kitchen (fridge, owen, microwave) except for the rest of the dishes. We washed the floor so you just have to sweep up any mess you make in the kitchen. We cleaned and hoovered the living room so just hoover it again if you make a mess. We washed the floor in the bathroom also. So now all you have to do is hoover the hall and clean the bathroom and your own room. You have to put out the rubbish or else we are charged €10!!! Don't leave anything behind!!! It was really nice to meet you and spend some months living with you. Good luck in the future. Liene Luna
31 Ocak 2009
Jan Hus, the man of truth

And when he started singing for the first time, at once the wind
brought flame in his face,and so saying his prayers within himself,
moving his lips and head, he breathed his last in The Lord.
Peter of Mladoňovice:
Report on Master Jan Hus
27 Ocak 2009
kum saati düşüyor kum kum
valizi açtım;
Jan Hus'un külleri döküldü.
Jablonec'in camdan çiçekleri,
Mikeš'in çizmeleri,
ocaklaşmış bir ocak ayıydı;
valizi açtım,
lapa lapa kar yağdı.
yünlü kazakları çekmeceye kaldırdım.
yıkanacakları ayırdım.
hepsi biz kokuyordu.
Demáček'i beğendim. incikleri boncukları koydum yerlerine bir bir hiç gitmediler gibi koydum yerlerine bir bir.
Istanbul
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)