23 Mayıs 2025

Damak tadı

Sonra da o kadar kısa süre içinde onca kez yaptığı gibi, damak zev­kinin doğuştan olmadığını, ama insana hiçbir yaşta öğ­retilmeyip çocuklukta edinildiğini yineledi”

Señora Forbes’in Mutlu Yazı, On İki Gezici Öykü, Gabriel Garcia Marquez

Señora Forbes Teyze

Señora Prudencia Linero, otelin holünde renkli camlardan kakmaları ve bakır saksılar içinde ışık istemeyen bitkileri bulunan bir tezgâhın arkasında tembel tembel duran bir delikanlı gördü. Ondan hemen hoşlanmıştı, çünkü en küçük torunundaki melek bukleleri onda da vardı. Otelin bronz bir plaket üzerine yazılı adı da hoşuna gitmişti; asitfenik kokusu da, duvarlara asılı eğreltiotları da, sessizlik de, duvar kâğıdının yaldızlı zambakları da. Sonra asansörden dışarı bir adım attı ve yüreği hop etti. Şort ve plaj sandaletleri giymiş bir grup İngiliz turist, bekleme salonundaki uzun bir dizi koltukta uyukluyorlardı. On yedi kişiydiler ve sanki aynalı bir galeride art arda birçok kez yansımış gibi simetrik bir biçimde oturuyorlardı. Señora Prudencia Linero, onları tek bir bakışta, birbirlerinden ayırt etmeden görmüş ve onu etkileyen tek şey, bir kasaptaki kancalara asılı domuz etlerini andıran uzun bir dizi halindeki pespembe dizleri olmuştu. Tezgâha doğru bir adım daha atmaktan vazgeçip şaşkınlıkla geriledi ve yeniden asansöre girdi.”

Señora Forbes’in Mutlu Yazı, On İki Gezici Öylü, Gabriek Garcia Marquez


19 Mayıs 2025

Aşk

"Kalbimin uzun süre itiraf edemediği bu duyguyu isimlendirmeye cesaret ettiğim bugün, şimdiye kadar nasıl yanıldığımı, Amélie’nin daha önce bu deftere kaydettiğim sözlerinin bana neden gizemli geldiğini, Gertrude’un saf itiraflarından sonra bile nasıl hâlâ onu sevip sevmediğimden şüphe edebildiğimi kısmen açıklayabiliyorum kendime. Aslında, evlilik dışı aşkın olabileceğini kesinlikle kabul etmiyor ve beni tutkuyla Gertrude’a doğru iten duygularımın içinde, yasak olan bir şeylerin olabileceğine inanmıyordum.

Hatta itiraflarının saflığı ve içtenliği bu düşüncelerimde bana destek oluyordu. Kendi kendime, “o bir çocuk” diyordum. Gerçek aşk insanı şaşkına çevirir, utanıp kızarmadan yaşanmaz.

Kendi açımdan baktığımdaysa, onu sakat bir çocuğu sever gibi sevdiğime inanıyordum. Onunla bir hastayla ilgileniyormuş gibi ilgileniyor, duygularımı ahlaki bir görev, bir sorumluluk şekline sokuyordum. Evet gerçekten, önceden anlattığım gibi benimle konuştuğu akşam kendimi o kadar hafiflemiş, o kadar huzurlu hissetmiştim ki ne yanıldığımın, ne de aramızdaki konuşmaları bu yanlışıyla yorumladığımın farkındaydım. Çünkü aşk ayıplanması gereken bir şeydi benim için ve ayıp olan her şeyin, ruhu eğip bükerek bozduğunu düşünürdüm. Ruhumda bir ağırlık hissetmediğim için de âşık olduğuma inanmıyordum.

[...]

Tanrım! Bu geceyi bizim için mi bu kadar güzel, bu kadar anlamlı yarattın? Benim için mi yaptın bunu? Hava ılık, ay açık penceremden içeri giriyor, gökyüzünün uçsuz bucaksız sessizliğini dinliyorum. Evrenin bütün varlıklarına karşı öyle derin bir hayranlık hissediyorum ki kalbim tarifi imkânsız bir huzur içinde eriyip gidiyor. Dualarımı bile çılgın bir aşk içinde ediyorum. Eğer aşka bir sınır konmuşsa, biliyorum ki Tanrım, bunu sen değil, insanoğlu yapmıştır. Şimdi insanlar aşkımı hoş görmeyeceklerdir. Tanrım senin gözünde bunun kutsal bir aşk olduğunu söyle bana!

Kendimi günah fikrinin üstüne çıkarmaya çalışıyorum. Günah benim için hoş görülmemesi gereken bir şeydir ve İsa’nın yolundan vazgeçemem. Hayır, Gertrude’u sevmekle günah işlediğimi düşünmüyorum. Bu aşkı kalbimden söküp atabilmek için kalbimi de söküp atmam gerekir. Neden Tanrım? Onu şu andaki gibi sevmeseydim, sırf acıdığımdan sev­mem gerekmez miydi zaten? Onu sevmemek, ona ihanet etmek olurdu; çünkü benim aşkıma ihtiyacı var...

Tanrım, hiçbir şey bilmiyorum. Senden başka bildiğim hiçbir şey yok artık. Bana yardımcı ol, bana yol göster Tanrım. Bazen ona verilecek görme yeteneği benden çekip alınmış gibi korkunç karanlıklara dalıp kaybolduğumu hissediyorum."

Pastoral Senfoni, André Gide

İblis

"Bu da yetmezmiş gibi Şloimele, Lise'ye kötü ruhların sahip olduğu güçleri anlatmaya başlamıştı; bunlar sadece şeytanlar, hayaletler, iblisler, cinler, ifritler ve harpiler değildi, ayrıca mesela Nogah gibi, üst dünyalarda da kutsallıkla murdarlık karışımı bir şekilde hüküm sürüyolardı. Şeytanın azatlık dünyasıyla bağlantılı olduğunu kanıtlayan deliller öne sürmüştü; Şloimele'nin sözlerine bakılacak olsa, Şeytan'la Tanrı'nin iki eşit kuvvet olduğu, sürekli mücadele ettiği ama birbirini yemediği zannedilebilirdi. Bir başka iddiası da günah diye bir şeyin olmadığıydı. çünkü günah da iyilik gibi büyük ya da küçük olabilir, yüceltilirse muazzam irtifa kaydedebilirdi. Bir insanın şevkle günah işlemesinin, heyecansızca iyilik yapmasına tercih edilmesi gerektiğine ikna etmişti Lise'yi' evetle hayır, karanlıkla ışık, sağla sol, Cennet'le Cehennem, kutsallıkla rezillik hep ilahi gücün suretleriydi, insan ne kadar çukura gömülürse gömülsün Yüce Tanrı'nın gölgesinde kalırdı, çünkü onun ışığından başka şey yoktu. Bütün bu bilgileri öyle bir hitabetle süslüyor, tezlerini öyle çok örnekle güçlendiriyordu ki, onu dinlemek bir zevkti.

[...]

Lise söz verince anlatmaya başladı: "Seninle arabacının dünyaya ilk gelişi değil bu, ikiniz de ortak tinsel kaynaktan geliyorsunuz. Sen ilk dünyaya geldiğin de Şunammite Abeişsag'dı, o da Hagit'in oğlu Adoniyah'tı. Seni arzuladığı için Batşeba'yı Kral Süleyman'a göndermiş, karşılığında eş olarak seni istemiştiama kanuna göre sen Davud'un dulu olduğun için, bu isteği ölümle cezalandırıldı; sunağın boynuzları da onu koruyamadı, başka bir yere götürülüp öldürüldü. Ama şeriat sadece beden için geçerlidir, ruh için değil. Bu yüzden de bir ruh bir diğerini arzuladığında, ilahi adelet bu arzu tatmin edilmeden huzura kavuşturmaz onları. Bütün tutkular gerçekleşmeden Mesih'in gelmeyeceği yazılıdır kitapta, bu yüzden de Mesih gelmeden önceki nesiller tam bir sefahat içinde olacaktır! Bir ruh arzusunu bir varoluşta yerine getiremezse, tekrar tekrar dünyaya gelir, tıpkı sizin ikinizde olduğu gibi. Neredeyse üç bin yıldır ruhlarınız çırılçıplak dolaşıyor ve çıktıkları azatlık dünyasına dönemiyor. Şeytan'ın güçleri buluşmanıza izin vermedi, çünkü o zaman kurtuluşa erecektiniz. Öyle ayarladılar ki, o prensken sen cariyeydin, sen prensesken o köleydi. Ayrıca aranıza okyanuslar da girdi. O sana doğru yelken açtığında İblis bir fırtına çıkarıp gemisini batırdı. Başka engeller de çıktı, sen derin bir kedere kapıldın. Artık ikiniz de aynı evdesiniz ama o imansız olduğundan sen ondan uzak duruyorsun. Aslında gövdelerinizde kutsal ruhlar var, karanikta haykırıyor, birleşmek için can atıyorlar. Sen de evli bir kadınsın, çünkü ancak zina ile sağlanabilecek bir temizlenme var. Yakup'un iki kız kardeşi ile eşleşmesi, Yehuda'nın gelini Tamar'la yatması, Reuben'in kendi babasının odalığı olan Bilha'nın yatağına tecavüz etmesi, Hoşea'nın bir genelev kadınıyla evlenmesi hep bu yüzdendi."

Kreşev'in Mahvı, Toplu Öyküler I: Son İblis, Isaac Bashevis Singer 

17 Mayıs 2025

Devrimin paralarını geri verdiğinden beri albayın kafasında hiç bu kadar büyük bir miktar olmamıştı. Sanas’ın yazıhanesinden ayrıldığında bağırsaklarında şiddetli bir burulma hissetti ama bu kez bunun hava yüzünden olmadığının farkındaydı. Postanede doğruca posta şefine gitti:  

“Acil bir mektup bekliyorum,” dedi. “Uçakla.”

Posta şefi küçük bölmelere baktı. Okumayı bitirince mektupları ait oldukları kutuya koydu ama bir şey söylemedi. Elindeki tozu sildi ve albaya anlamlı bir bakış fırlattı. 

“Bugün kesinlikle gelmesi gerekiyordu,” dedi albay.

Posta şefi omuzlarını silkti. 

“Kesinlikle gelen tek şey ölümdür albay.”

Albaya Mektup Yazan Kimse Yok, Gabriel Garcia Marquez

"Yaz akşamının bu erken saatlerinde insan kaynayan sokakta yürürken ancak kalabalığın korkunç kişiliksizliğinde hissedilen o tuhaf yalnızlığı, başka bir durumda asla bilinmeyen katıksız tekbaşınalığın başka bir şeyle mukayese edilemez hissini duydu. Çölün değişmeyen enginliğinde tek başına duran biri kalabalık şehrin sonsuzluğunda kaybolan biri kadar yalnız değildir. Çölde tek başına olan kişi ne denli küçük olursa olsun kendi öneminin ve görebildiği yerle ilişkisinin daima farkındadır. Ne var ki insan kaynayan bir kalabalığın ortasında tek başına olan kişi birey olarak kendisine dair farkındalığını yitirir. Bilmeden üzerine abanan yüzlerce beden; tanımadan, boş boş suratına bakan yüzlerce yabancı göz; yukarıda, etrafta konuşup duran ama asla onunla konuşmayan sesler - gerçek tek başınalık buralardadır. Tökezleyerek kalabalıkla birlikte sürüklenirken bunların pek farkında değildir. 

[...]

Körler ne kadar şanslı, diye düşündü; görmenin acımasız etkisiyle işi olmayan körler: Güzelim karanlıktan oluşan kişisel dünyalarında tek başlarına, yekpare varolan; fiziksel bir şeyin anlamına dair bilgi edinmek istediklerinde, söz konusu şeyi bilgiyi ve anlayışı sıklıkla doğru yoldan çıkaran o görsel aldanma olmadan inceleyebilen, şeklini çıkarabilen ve hissedebilen körler."

Yok Geceden Başkası, John Williams