02 Haziran 2025

anlamlandırmak, sindirmek, hazmetmek, yüzleşmek

“Olayların nasıl böyle bir hal aldığını kesin bir biçimde bilmek, belli bir eminlikle ilk olarak şu oldu, sonra o buna ve sonra şuna yol açtı ve bu noktaya geldik demek zor. Anlar parmaklarım arasından kayıp gidiyor. Bunları kendi kendime hikâye ettiğim zamanlarda bile bastırdığım şeylerin, hatırlamayı unuttuğum şeylerin yankısını duyabiliyorum, bu da anlatımı, hiç istemedem de epey zorlaştırıyor. Fakat bir şeyler söylemek mümkün ve ben de tanıklık ettiğim, bir parçası olduğum, sonu ve başlangıcı benden öteye uzanan bu küçük duygusal oyunların hesabını verme, muhasebesini yapma arzusu duyuyorum. Bunun soylu bir arzu olduğunu düşünmüyorum. Yani, açıklamak için can attığım büyük bir hakikate vakıf değilim ya da çağımızı ve içinde bulunduğumuz koşulları aydınlatacak ibret verici bir olay gelmedi başıma. Ama bir şeyler yaşadım, evet, yaşadım. Burası o kadar farklı ki sanki bir hayatı bitirmişim ve şimdi başka bir hayat yaşıyorum. Bu yüzden belki kendime bir ara başka bir yerde başka bir hayatım olduğunu ama bunun artık geride kaldığını söyleyebilirim. Bununla birlikte eski hayatımın önümden ve ardımdan coşkun bir biçimde, gürül gürül, sapasağlam aktığını biliyorum. Zamanım var ve zamanın ellerindeyim, dolayısıyla kendimi de açıklayabilirim. Er ya da geç buna geleceğiz.”

Deniz Kenarında, Abdulrazak Gürnah

23 Mayıs 2025

Damak tadı

Sonra da o kadar kısa süre içinde onca kez yaptığı gibi, damak zev­kinin doğuştan olmadığını, ama insana hiçbir yaşta öğ­retilmeyip çocuklukta edinildiğini yineledi”

Señora Forbes’in Mutlu Yazı, On İki Gezici Öykü, Gabriel Garcia Marquez

Señora Forbes Teyze

Señora Prudencia Linero, otelin holünde renkli camlardan kakmaları ve bakır saksılar içinde ışık istemeyen bitkileri bulunan bir tezgâhın arkasında tembel tembel duran bir delikanlı gördü. Ondan hemen hoşlanmıştı, çünkü en küçük torunundaki melek bukleleri onda da vardı. Otelin bronz bir plaket üzerine yazılı adı da hoşuna gitmişti; asitfenik kokusu da, duvarlara asılı eğreltiotları da, sessizlik de, duvar kâğıdının yaldızlı zambakları da. Sonra asansörden dışarı bir adım attı ve yüreği hop etti. Şort ve plaj sandaletleri giymiş bir grup İngiliz turist, bekleme salonundaki uzun bir dizi koltukta uyukluyorlardı. On yedi kişiydiler ve sanki aynalı bir galeride art arda birçok kez yansımış gibi simetrik bir biçimde oturuyorlardı. Señora Prudencia Linero, onları tek bir bakışta, birbirlerinden ayırt etmeden görmüş ve onu etkileyen tek şey, bir kasaptaki kancalara asılı domuz etlerini andıran uzun bir dizi halindeki pespembe dizleri olmuştu. Tezgâha doğru bir adım daha atmaktan vazgeçip şaşkınlıkla geriledi ve yeniden asansöre girdi.”

Señora Forbes’in Mutlu Yazı, On İki Gezici Öylü, Gabriek Garcia Marquez


19 Mayıs 2025

Aşk

"Kalbimin uzun süre itiraf edemediği bu duyguyu isimlendirmeye cesaret ettiğim bugün, şimdiye kadar nasıl yanıldığımı, Amélie’nin daha önce bu deftere kaydettiğim sözlerinin bana neden gizemli geldiğini, Gertrude’un saf itiraflarından sonra bile nasıl hâlâ onu sevip sevmediğimden şüphe edebildiğimi kısmen açıklayabiliyorum kendime. Aslında, evlilik dışı aşkın olabileceğini kesinlikle kabul etmiyor ve beni tutkuyla Gertrude’a doğru iten duygularımın içinde, yasak olan bir şeylerin olabileceğine inanmıyordum.

Hatta itiraflarının saflığı ve içtenliği bu düşüncelerimde bana destek oluyordu. Kendi kendime, “o bir çocuk” diyordum. Gerçek aşk insanı şaşkına çevirir, utanıp kızarmadan yaşanmaz.

Kendi açımdan baktığımdaysa, onu sakat bir çocuğu sever gibi sevdiğime inanıyordum. Onunla bir hastayla ilgileniyormuş gibi ilgileniyor, duygularımı ahlaki bir görev, bir sorumluluk şekline sokuyordum. Evet gerçekten, önceden anlattığım gibi benimle konuştuğu akşam kendimi o kadar hafiflemiş, o kadar huzurlu hissetmiştim ki ne yanıldığımın, ne de aramızdaki konuşmaları bu yanlışıyla yorumladığımın farkındaydım. Çünkü aşk ayıplanması gereken bir şeydi benim için ve ayıp olan her şeyin, ruhu eğip bükerek bozduğunu düşünürdüm. Ruhumda bir ağırlık hissetmediğim için de âşık olduğuma inanmıyordum.

[...]

Tanrım! Bu geceyi bizim için mi bu kadar güzel, bu kadar anlamlı yarattın? Benim için mi yaptın bunu? Hava ılık, ay açık penceremden içeri giriyor, gökyüzünün uçsuz bucaksız sessizliğini dinliyorum. Evrenin bütün varlıklarına karşı öyle derin bir hayranlık hissediyorum ki kalbim tarifi imkânsız bir huzur içinde eriyip gidiyor. Dualarımı bile çılgın bir aşk içinde ediyorum. Eğer aşka bir sınır konmuşsa, biliyorum ki Tanrım, bunu sen değil, insanoğlu yapmıştır. Şimdi insanlar aşkımı hoş görmeyeceklerdir. Tanrım senin gözünde bunun kutsal bir aşk olduğunu söyle bana!

Kendimi günah fikrinin üstüne çıkarmaya çalışıyorum. Günah benim için hoş görülmemesi gereken bir şeydir ve İsa’nın yolundan vazgeçemem. Hayır, Gertrude’u sevmekle günah işlediğimi düşünmüyorum. Bu aşkı kalbimden söküp atabilmek için kalbimi de söküp atmam gerekir. Neden Tanrım? Onu şu andaki gibi sevmeseydim, sırf acıdığımdan sev­mem gerekmez miydi zaten? Onu sevmemek, ona ihanet etmek olurdu; çünkü benim aşkıma ihtiyacı var...

Tanrım, hiçbir şey bilmiyorum. Senden başka bildiğim hiçbir şey yok artık. Bana yardımcı ol, bana yol göster Tanrım. Bazen ona verilecek görme yeteneği benden çekip alınmış gibi korkunç karanlıklara dalıp kaybolduğumu hissediyorum."

Pastoral Senfoni, André Gide

İblis

"Bu da yetmezmiş gibi Şloimele, Lise'ye kötü ruhların sahip olduğu güçleri anlatmaya başlamıştı; bunlar sadece şeytanlar, hayaletler, iblisler, cinler, ifritler ve harpiler değildi, ayrıca mesela Nogah gibi, üst dünyalarda da kutsallıkla murdarlık karışımı bir şekilde hüküm sürüyolardı. Şeytanın azatlık dünyasıyla bağlantılı olduğunu kanıtlayan deliller öne sürmüştü; Şloimele'nin sözlerine bakılacak olsa, Şeytan'la Tanrı'nin iki eşit kuvvet olduğu, sürekli mücadele ettiği ama birbirini yemediği zannedilebilirdi. Bir başka iddiası da günah diye bir şeyin olmadığıydı. çünkü günah da iyilik gibi büyük ya da küçük olabilir, yüceltilirse muazzam irtifa kaydedebilirdi. Bir insanın şevkle günah işlemesinin, heyecansızca iyilik yapmasına tercih edilmesi gerektiğine ikna etmişti Lise'yi' evetle hayır, karanlıkla ışık, sağla sol, Cennet'le Cehennem, kutsallıkla rezillik hep ilahi gücün suretleriydi, insan ne kadar çukura gömülürse gömülsün Yüce Tanrı'nın gölgesinde kalırdı, çünkü onun ışığından başka şey yoktu. Bütün bu bilgileri öyle bir hitabetle süslüyor, tezlerini öyle çok örnekle güçlendiriyordu ki, onu dinlemek bir zevkti.

[...]

Lise söz verince anlatmaya başladı: "Seninle arabacının dünyaya ilk gelişi değil bu, ikiniz de ortak tinsel kaynaktan geliyorsunuz. Sen ilk dünyaya geldiğin de Şunammite Abeişsag'dı, o da Hagit'in oğlu Adoniyah'tı. Seni arzuladığı için Batşeba'yı Kral Süleyman'a göndermiş, karşılığında eş olarak seni istemiştiama kanuna göre sen Davud'un dulu olduğun için, bu isteği ölümle cezalandırıldı; sunağın boynuzları da onu koruyamadı, başka bir yere götürülüp öldürüldü. Ama şeriat sadece beden için geçerlidir, ruh için değil. Bu yüzden de bir ruh bir diğerini arzuladığında, ilahi adelet bu arzu tatmin edilmeden huzura kavuşturmaz onları. Bütün tutkular gerçekleşmeden Mesih'in gelmeyeceği yazılıdır kitapta, bu yüzden de Mesih gelmeden önceki nesiller tam bir sefahat içinde olacaktır! Bir ruh arzusunu bir varoluşta yerine getiremezse, tekrar tekrar dünyaya gelir, tıpkı sizin ikinizde olduğu gibi. Neredeyse üç bin yıldır ruhlarınız çırılçıplak dolaşıyor ve çıktıkları azatlık dünyasına dönemiyor. Şeytan'ın güçleri buluşmanıza izin vermedi, çünkü o zaman kurtuluşa erecektiniz. Öyle ayarladılar ki, o prensken sen cariyeydin, sen prensesken o köleydi. Ayrıca aranıza okyanuslar da girdi. O sana doğru yelken açtığında İblis bir fırtına çıkarıp gemisini batırdı. Başka engeller de çıktı, sen derin bir kedere kapıldın. Artık ikiniz de aynı evdesiniz ama o imansız olduğundan sen ondan uzak duruyorsun. Aslında gövdelerinizde kutsal ruhlar var, karanikta haykırıyor, birleşmek için can atıyorlar. Sen de evli bir kadınsın, çünkü ancak zina ile sağlanabilecek bir temizlenme var. Yakup'un iki kız kardeşi ile eşleşmesi, Yehuda'nın gelini Tamar'la yatması, Reuben'in kendi babasının odalığı olan Bilha'nın yatağına tecavüz etmesi, Hoşea'nın bir genelev kadınıyla evlenmesi hep bu yüzdendi."

Kreşev'in Mahvı, Toplu Öyküler I: Son İblis, Isaac Bashevis Singer 

17 Mayıs 2025

Devrimin paralarını geri verdiğinden beri albayın kafasında hiç bu kadar büyük bir miktar olmamıştı. Sanas’ın yazıhanesinden ayrıldığında bağırsaklarında şiddetli bir burulma hissetti ama bu kez bunun hava yüzünden olmadığının farkındaydı. Postanede doğruca posta şefine gitti:  

“Acil bir mektup bekliyorum,” dedi. “Uçakla.”

Posta şefi küçük bölmelere baktı. Okumayı bitirince mektupları ait oldukları kutuya koydu ama bir şey söylemedi. Elindeki tozu sildi ve albaya anlamlı bir bakış fırlattı. 

“Bugün kesinlikle gelmesi gerekiyordu,” dedi albay.

Posta şefi omuzlarını silkti. 

“Kesinlikle gelen tek şey ölümdür albay.”

Albaya Mektup Yazan Kimse Yok, Gabriel Garcia Marquez

"Yaz akşamının bu erken saatlerinde insan kaynayan sokakta yürürken ancak kalabalığın korkunç kişiliksizliğinde hissedilen o tuhaf yalnızlığı, başka bir durumda asla bilinmeyen katıksız tekbaşınalığın başka bir şeyle mukayese edilemez hissini duydu. Çölün değişmeyen enginliğinde tek başına duran biri kalabalık şehrin sonsuzluğunda kaybolan biri kadar yalnız değildir. Çölde tek başına olan kişi ne denli küçük olursa olsun kendi öneminin ve görebildiği yerle ilişkisinin daima farkındadır. Ne var ki insan kaynayan bir kalabalığın ortasında tek başına olan kişi birey olarak kendisine dair farkındalığını yitirir. Bilmeden üzerine abanan yüzlerce beden; tanımadan, boş boş suratına bakan yüzlerce yabancı göz; yukarıda, etrafta konuşup duran ama asla onunla konuşmayan sesler - gerçek tek başınalık buralardadır. Tökezleyerek kalabalıkla birlikte sürüklenirken bunların pek farkında değildir. 

[...]

Körler ne kadar şanslı, diye düşündü; görmenin acımasız etkisiyle işi olmayan körler: Güzelim karanlıktan oluşan kişisel dünyalarında tek başlarına, yekpare varolan; fiziksel bir şeyin anlamına dair bilgi edinmek istediklerinde, söz konusu şeyi bilgiyi ve anlayışı sıklıkla doğru yoldan çıkaran o görsel aldanma olmadan inceleyebilen, şeklini çıkarabilen ve hissedebilen körler."

Yok Geceden Başkası, John Williams 

20 Ocak 2025

Göçmen

 "Bütün hayatını kendi ülkesinde yaşamak onu mutlu ederdi. Orada Kolombiyalılara özgü bir alegría vardı, gözyaşları içindeyken bile yeşerebilen bir iyimserlik. Ama kesinlikle Elena'nın kuzeyde gördüğü, insanların hayattaki esas işleri buymuş gibi durmaksınız kendilerine mutlu olup olmadıklarını sorgulatan türden bir "mutluluk" değildi bu."

Sınırsız Ülke, Patricia Engel

17 Ocak 2025

Yas

"Babamın yeryüzündeki varlığının ne zaman sona erdiğini bilmemek hayatla ölüm arasındaki sınırı kavramamı büsbütün imkansız hale getiriyordu. Fakat bu durum, takvimdeki bir noktayı işaret ederek bir insanın hayatının tam da o gün sona erdiğini söyleyebilmenin bana neden oldum olası - babamın kaybolmasından önceki yıllarda bile - yanlış geldiğini ancak kısmen açıklayabiliyor. Belki de matemdeki insanlar gibi yapmalıyız, dış seslere kulaklarımızı kapamalı ve ısrarla, "Hayır. o ölmedi" demeliyiz. Belki de çok kötü bir haberin inkarından ibaret değil bu sadece; bu aynı zamanda, bir an için bir hakikatin farkına varmak; ölenle birlikte gömülüp gitmeye mahkum geçici bir farkındalık. İnanmamak doğru bir içgüdü, zira ölen kişi nasıl olup da sahiden ölmüş olabilir ki? Bunu düşünüyorum çünkü birinin yokluğu asla edilgen bir yokluk hali gibi gelmiyor bana, aksine kalabalık, lafını sakınmayan, insanın yakasını bırakmayan bir hal bu. Aristoteles'in yazdığı gibi, "Boşluğun var olduğu düşüncesi, mekanın da varlığının kabulünü içerir: Zira boşluğu cisimsiz bir yer olarak tanımlarız." Aristoteles burada zamandan hiç söz etmez, fakat kuşkusuz zaman da bütün bunların, bizim yokluğu yerli yerine koyma çabamızın bir parçasıdır. Belki de bu yüzden, birçok kültürde, yas tutan insanlar oturdukları yerde öne arkaya ya da sağdan sola sallanıp dururlar - sadece hayatın başlangıcını ve annenin kalp atışlarını hatırlamak için değil, zamanın ritmini de tutmak için yaparlar bunu. Sadece zaman ümit edebilir boşluğu doldurmayı. Babamın bedeni yitti gitti, fakat onun mekanı burası ve bu mekanı dolduran ve sadece hafıza olarak adlandırılamayacak bir şey var. Canlı ve şimdiye ait bir şey bu. Nasıl olur da varlığımızın karmaşık yönlerinin, anatomimizin mekaniğinin, biyolojimizin zekasının ve iç dünyamızın uçsuz ucaksız semalarının - düşüncelerin ve soruların ve özlemlerin ve ümitlerin ve açlığın ve arzunun ve herhangi bir anda içimizde barındırdığımız bin bir çelişkinin - takvimdeki tek bir günle işaretleyebileceğimiz bir sonu olabilir? Bu bana her zaman imkansız gelmemiş miydi? Cenazelerdeki müphem havayı, mezarlıklardaki tereddüdü, bir mezar taşının şaşkın halini oldum olası sezmiyor muydum? Belki de anma törenleri ve insanlık tarihi boyunca uygulanagelmiş kutsal veya seküler bütün o ritüeller, başarısız birer jestten başka bir şey değildir. Ölüler bizimle yaşarlar. Bir "katil kim" hikayesi ya da çözülecek bir bulmaca değildir yas, aksine etkin ve hayat dolu bir girişimdir. Zor iştir emek ister. İnsanın belini bükebilir. Ölüme attığımız ilk adımın bir parçası ve - neden böyle olduğunu bilmiyorum, bunu açıklayabilmenin bir yolu yok - üstelik de ümit veren bir parçasıdır. Olağanüstü olan şey şu ki ne olursa olsun, kalp kendi doğallığı içinde hep ışığa yöneliyor. En az dirençle karşılaştığımız yön bu. Hiçbir zaman anlamadım bunu. En azından entelektüel düzeyde anlayamadım. Fakat "O öldü" gibi hüküm bildiren cümlelerin kesinlik taşımadığı yer, her nasılsa, bedenin, her bir anın sonsuzluğuna dair o fiziksel bilginin, zamanın ve mekanın genişleyen tabiatınin içinde saklı. Babam hem ölü hem yaşıyor. Ona uygun bir gramere sahip değilim. O geçmişte, şimdiki zamanda ve gelecekte. İnanıyorum ki son nefesini verirken elini tutmuş, elinin elimde gevşeyişini hissetmiş olsaydım bile, ondan her söz ettiğimde yine de durup doğru zaman kipinin ne olduğunu bulmam gerekecekti. Babalarını toprağa vermiş nice erkeğin de böyle hissettiğini düşünüyorum. Onlardan bir farkım yok. Ben de, hepimiz gibi, birilerinin ardından yaşıyorum."

Dönüş: Babalar, Oğullar ve Aradaki Memleket
Hisham Matar